12 yıllık Suriye iç savaşı yerel, bölgesel ve küresel sonuçlar ürettiği gibi özellikle küresel gelişmelerden de doğrudan etkilenerek şekil almıştır. Örneğin; ABD’nin Obama dönemindeki dış politikası ve özellikle Suriye krizine yönelik yaklaşımı iç savaşı şekillendirmiş, İran ve Rusya’nın sahada alan kazanmasına ve muhalif hareketlerin zemin kaybetmesine sebep olmuştur. Buna benzer bir durum olarak son yıllarda özellikle yükselen aşırı sağ hareketler ve ırkçılığın bir yansıması olarak, Suriyeli sığınmacı nefreti oldukça görünür bir hal almıştır.
Sığınmacıların ve özellikle düzensiz göçün ilgili ülkeye yarattığı sosyal, ekonomik ve siyasal etkilerin sebep olduğu makul itiraz ötesinde üretilen ve büyütülen bu sığınmacı karşıtı yaklaşımlar tarafından kullanılan en büyük argümanlardan biri Suriye’de savaşın bittiği ve sığınmacıların ülkelerine geri dönebilecekleri olmuştur. Suriye’de savaşın devam ettiği ve sığınmacı sorununun en büyük sebebi olan Esed rejiminin hayatta kaldığı ve dolayısıyla sığınmacıların geri dönmesi/gönderilmesi için Suriye’de gerek şartların oluşmadığını bu serinin bir önceki yazısında açıklamaya çalışmıştım. Dolayısıyla bu yazı argümantasyondan çok argümanı üreten çevreler ve motivasyonları ve ideolojik formasyonları üzerine yoğunlaşacaktır.
Esed Rejiminin Batı Aşırı Sağı ve Solu ile İlişkisi
Esed rejiminin Batıdaki aşırı hareketlerle ilişkisi yeni bir durum olmasa da 2011 sonrası farklı bir boyuta geçmiştir. Avrupa meclislerindeki Rus yanlısı milletvekillerinin Suriye’de muhalifleri suçladığı veya Suriye’de yaşananlarda rejim, Rusya ve İran’ın rolünü gözardı ederek tüm suçu dış aktörlere yıktığı konuşmalarına kamuoyu oldukça alışkın. Veya bir başka meşhur örnek olarak ABD aşırı sağı 2017’de Charlottesville Virginia’daki gösterilerde neo-Nazi sloganlar attığı kadar Esed’i destekleyen pankartlar ve sloganlar da kullanmış, Esed rejiminin sivillere karşı kullandığı varil bombalarını övmüştü.
Batı solu için Esed rejimi ve Beşar Esed, tıpkı bir dönem Rusya ve Putin için üretilen ancak Ukrayna işgaliyle popülerliğini kaybeden anti-emperyalizmin öncüsü ve son kalesi imajı gibi anti-emperyalist mücadelesiyle öne çıkan ve vatan savunması yapan bir lider. Aynı övgülerin uzun yıllar aynı çevreler tarafından İran ve Hizbullah için de yapıldığını düşündüğümüzde aynı savununun Esed rejimi için üretilmesi çok da şaşırtıcı değil.
Aşırı sağ için Yahudi karşıtlığı, sol hareketler için ise İsrail ve Siyonizm karşıtlığı da Esed savunularına bir gerekçe üretmek için kullanıluyor. Rejimin İsrail’le olan tarihsel karşıtlığı, bazen antisemitizm olarak bazen ise İsrail zulmüne karşı mazlum Müslümanları savunan tek lider olarak karşımıza çıkarılıyor.
İlginç olan ise yine aynı çevreler tarafından Esed rejiminin seküler yapısı ve Esed ailesinin Suriye halkının büyük çoğunluğunun gerçekliğinden kopuk Batılı yaşam tarzı bir övgü konusu haline getiriliyor. Tabi bu övgü noktası da Batı aşırı sağının İslam karşıtlığına, solun ise İhvancı veya Siyasal İslamcı olarak yaftaladığı hareketlere (aslında Müslümanlara) karşı duruşunun doğal bir uzantısı haline geliyor. Zaten biz de ülkemizde sırf seküler ve din karşıtı bir pozisyonu olduğu için PKK/YPG’yi öven ve destekleyen figürlere yabancı değiliz. Dolayısıyla Batı aşırı sağı ve solunun İslam karşıtlığı ve İslami hareketlerin siyasal alanda mevzi kazanmasına karşı duruşları da Esed rejimini Ortadoğu’da bir dayanak noktası haline getirmelerinin önemli birer sebebi olarak söylenebilir.
Sosyal Medya Fenomenleri ve Esed Rejimi
Diğer yandan Şam yönetimi ise özellikle son yıllarda Batılı aşırı sağ liderlerini ve özellikle sosyal medya fenomenlerini rejim kontrolündeki bölgelerde ağırlayarak bir PR çalışması yürütmeye özen gösteriyor. Bu tarz içerikler Türkiye için yeni olsa da bir yöntem olarak Esed rejimi için yeni değil. Geçtiğimiz yıllarda özellikle Batılı sosyal medya fenomenleri, içerik üreticileri ve Youtuberlar Şam’a giderek ülkenin gerçeklerini anlatma iddiasıyla ve apolitik bir dil ile rejim propagandasının önemli bir ayağını oluşturuyorlardı. Bu PR faaliyeti bir yandan popüler kültürle beslenen kitlelerde Esed rejimi propagandasının yaygınlaştırılmasını hedeflerken diğer yandan hedef ülkelerde sosyal ve siyasal bir karışıklık çıkarmak için de kullanışlı hale getiriliyor. Görünen o ki Esed rejimi bu kez aynı propagandayı Türk kamuoyu için de oluşturmak istemekte.
Bu propaganda oldukça benzer argümanlara ve savunulara sahip. Apolitik olduklarını ve siyasetle ilgilenmediklerini söyleyen bu fenomenler özellikle Şam ve Lazkiye’de gece hayatının canlılığı, sokakların güvenliği ve sosyal hayatta düzen ve güvenliği öne çıkarmaya çalışıyor. Amaçlarının Suriye’deki gerçek durumu göstermek olduğunu, medyanın ve kamuoyunun ısrarla gizlediği bu gerçekleri kitlelere ulaştırmayı amaçladıklarını söylüyorlar.
Bu apolitik dil genelde aşırı sağ veya antiemperyalist argümanları kullanmaktan kaçınırken bir diğer grup ise ideolojik dili devam ettirerek o kitlelere de hitap etmeyi sürdürüyor. Esed’i vatan savunması yapan, ilerici ve seküler bir karakter olarak tanımladığınızda iç savaşta karşısında olan her grubu ve her destekçisini de terörist, gerici ve İsrail destekli olarak yaftalamak oldukça kolay oluyor. Bu kolaycılık ve zihin konforu da propaganda temelli argümanların apolitik kılıfla örtüldüğü bir savaş ortamının göstergesi oluyor.
Her ne kadar Esed rejimi için Batılı sosyal medya fenomenlerini ve ideolojik grupları kullanarak propaganda faaliyetleri yürütmek oldukça yaygın olsa da Türkiye’ye yönelik yapılan bu propaganda birkaç noktada geçmiş örneklerden bazı farklılıklar içeriyor. Batılı örneklerine benzer şekilde ideolojik anlatı devam ettirilirken diğer yandan Suriye’de savaşın bittiği algısı ise Türk iç siyasetine ve kamuoyuna yönelik olarak özel üretilen bir söylem. Bunun en büyük sebebi ise Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü (bu durumda zorla geri gönderilişi) için her şartın uygun olduğunu göstermek. Demografik değişim, sosyal düzen vb. gibi üzerinde herkesin mutabık kalacağı kavramları konu ile bağdaştırarak bir ayrım üretmek ve özellikle aşırı sağ teması olarak ulusal çıkar/ulusal güvenlik için tek doğrunun bu olduğu vurgusu bu propagandanın en önemli ayağını oluşturuyor. Ancak sahadaki duruma baktığımızda ne Esed rejiminin Suriyeli sığınmacıların geri dönmesi gibi bir isteği var ne de böyle bir nüfusu yönetebilecek mekanizmalara sahip. Ayrıca en temel gıda ürünlerine bile ulaşımın imkânsız olduğu, bankacılık sisteminin durduğu ve altyapı olarak da yıkılmış şehirlerde milyonlarca Suriyelinin kalıcı olarak kalması ve geri dönse bile yeni bir göç dalgası başlatmaması imkansıza yakın.
Diğer yandan yine savunulduğu gibi Türkiye’nin savaşı bitirmiş ve kazanmış Esed rejimi ile anlaşıp, sığınmacıları geri gönderirken bir yandan da Esed rejimine göre işgal altında tuttuğu operasyon bölgelerinden askerlerini geri çekmesi de Suriye’deki durum açısından ölümcül olacaktır. Rejimin askeri gücünü İran ve Rusya’nın çektiği düşünüldüğünde, Türkiye’nin sınır güvenliği garantisini ve yeni bir göç dalgasına yönelik önlemleri bu güçlerin eline teslim etmesi Türkiye açısından yeni ve daha büyük bir güvenlik tehdidi doğuracaktır. Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye’deki askerlerini geri çekmesi yalnızca İdlib bölgesinden yeni bir göç dalgası yaratacak ve sığınmacıların geri dönüşü sağlanılmak istenirken daha büyük bir sığınmacı grubuyla muhatap olunmak zorunda kalınacaktır. Dolayısıyla bu propaganda bilinçli bir şekilde sahadaki durumu yanlış okuduğu ve okuttuğu gibi bundan hareketle sunduğu çözüm önerisi de krizi kangrene çevirmekten öte bir işe yaramayacaktır.
Bu aşamada sığınmacıların geri dönüşü için tek makul ve muhtemel politika, Türkiye’nin Suriye’de askeri olarak varlık göstermesi, rejim karşıtı pozisyonunu koruması ve askeri operasyonlar sayesinde yarattığı güvenli bölgelere yapılacak uluslararası yardımlar ve projelerle Suriyelilerin geri dönüşünün tetiklenmesidir.
Sonuç
Türkiye’de Esed’in propaganda aygıtları özellikle Türkiye ve Rusya’nın Suriye üzerine müzakere edeceği veya Türkiye’nin rejimle mücadele/müzakere sürecine gireceği zamanlarda çalışmakta. Bu da hükümeti Suriye özelinde zora sokacak, Esed ile görüşme veya müzakere konusunda içeride bir baskı oluşturarak aşırı talepleri olan tarafın Türkiye olduğu algısını oluşturma amacı taşımakta. İçeride savaş bitmiş, sığınmacıların geri dönüşü için hazırlanmış ve hatta geri dönmelerini isteyen bir Şam yönetimi portresi çizilerek hükümet baskı altına alınmaya çalışılıyor. Günün sonunda Esed veya Rusya ile müzakere masasına eli içerideki suni baskı sebebiyle daha zayıf oturan bir Türkiye’nin olması asıl amaç. Dolayısıyla bu apolitik sosyal medya fenomenleri, rejim adına önemli bir propaganda aygıtı olarak işlevselleşiyor.
Batıda yükselen aşırı sağ hareketlerden, anti-emperyalizm sosuyla gizlenmiş propagandalardan veya sekülarizm vurgulu İslam karşıtı hareketlerden ithal edilen tavırların Türkiye’de yayılması oldukça endişe verici. 2021 MİT faaliyet raporunda ülkedeki yükselen aşırı sağ hareketlerin bir ulusal güvenlik tehdidi olarak vurgulandığı düşünüldüğünde bu grupların bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde alet oldukları bu yapay propagandayla mücadelenin ciddiye alınması gerekmektedir.
Bu serinin son yazısında ise yükselen sığınmacı karşıtlığı ve Esed rejimi propagandasına karşı diasporadaki liberal Suriyeli aydınların ve Batılı Suriye uzmanlarının konuyu ve dolayısıyla Türkiye’deki gerçekliği okumaktan uzak yapısı incelenecektir.