Gözümüzün önünde göz bebeğimiz kitabımıza akıl almaz saldırılar gerçekleşiyor.
Hangi eylemden bahsettiğimi tahmin etmişsinizdir. Eylemin kendisini yazmaya elim varmıyor, bizler eylemi görmeye veya işitmeye dayanamıyoruz. Canımız yanıyor.
İlkine “zaten faşist bir adamın yaptığı eylemdir” dedik, geçtik. İkincisine gergin uluslararası ortam yorumları yapıldı. Sonra her birine birer gerekçe uyduruldu ve devam etmeyeceğine dair naif beklentiler oluştu.
Ama durmadı.
Maalesef bu saldırılar salgın gibi sıçrıyor. Hollanda’daki saldırı unutulmamışken İsveç’te yeniden baş gösterdi, sonra Danimarka. Sırada hangi ülke var bilmiyoruz. Kim yapmaya cür’et edecek, meçhul.
Meselenin can yakan bir başka tarafı ise İslam dünyasından yükselen tepkilerin çok cılız kalması.
Irak’ta belli bir grubun yüksek sesli tepkisi hariç, sivil alandan anlamlı bir tepki gelmedi. Halbuki en anlamlı tepkinin sivil toplumdan gelmesi beklenirdi. Yakıp yıkmaya gerek yok, bu şekildeki tepkilerden de bir sonuç almak da mümkün değil. Ancak hassasiyetimizi yansıtacak vakur eylemler de ortaya konulmadı.
Devlet düzeyinde ise öncülüğü Türkiye üstlenmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç defa rahatsızlığını hem muhatapları hem de kamuoyu nezdinde dile getirdi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da İslam dünyasından daha anlamlı ve etkili tepkilerin yükselmesi için yoğun bir diplomasi trafiğine girdi. Bu çabaları görünce iyi ki Türkiyemiz, iyi ki Cumhurbaşkanımız ve böyle bir Dışişleri Bakanımız var diyoruz ve bununla avunuyoruz. Umalım ki bu çabalar sonuç verir.
Koca İslam dünyası öyle sorunlar yaşıyor ki, bir Avrupa ülkesine “had bildirmekten” çok uzakta. Bu yorum doğru olmakla birlikte bir tür “öğrenilmiş çaresizlik” üretmenin ötesine de geçmiyor. Böylesine bir eyleme söylenecek söz gösterilecek tepki her zaman mutlaka vardır.
Neden Yeni Bir Aşama ?
Bugüne kadar özellikle medya üzerinden bir çok benzer saldırıya şahit olduk.
Malum karikatürler hala hafızamızda ve hala hortlak gibi zaman zaman canlanıyor.
Ancak yeni salgın, gerçek kişiler tarafından, ısrarla ve dünyanın gözü önünde gerçekleştiriliyor. Meydan okurcasına, önceden gün, saat ve yer vererek. Oldukça tahrik edici bir tarzda.
Her seferinde izin almak durumundalar ve her seferinde izin veriliyor. Gerekçe düşünce özgürlüğü. Medya özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, bireysel özgürlük gibi soyut kavramların sınırlarını bu kadar genişletmenin, her tür bireysel eylemin bu soyut fenomenlerin içine boca etmenin hiçbir tutarlılığı yok.
Kendi vatandaşları dahil, milyarlarca Müslümanın inciniyor olması, yaşadıkları duygular izin veren makamlar için hiçbir şey ifade etmiyor, umurlarında bile değil. En son olaya tepki gösteren bir vatandaşın hırsızlıkla suçlanması ise artık katlanılabilir bir durum değil.
Bu durumda gösteriyor ki, -her ne kadar ilgili ülke yönetimleri reddedecek olsa da- bu süreç aynı zamanda bir devlet politikasına dönüşme potansiyeli taşıyor. İlgili ülke yönetimlerinin kendi vatandaşlarını rahatsız etmesi gibi bir ufak bir gerekçe ile reddedebilecekleri taleplere bu kadar kolay bir şekilde izin veriyor olmaları bu durumun işareti.
Bu durumun varacağı nokta, bağnazca bir vurdumduymazlıktan başka bir şey değil. İslam karşıtlığının ve düşmanlığının kendisi “özgürlükler” başlığı altında temelsiz ve fakat popüler ve devlet eliyle örtük bir şekilde desteklenen bir ideoloji olmaya doğru yol alıyor.
Dahası bu ülkeler, tarihlerinde şahit olmadıkları, tecrübe etmedikleri güvenlik risklerinin tohumlarını kendi elleri ile ekiyor olabilirler.
[Doç. Dr. Veysel Kurt, TAV Mütevelli Heyeti Üyesidir.]