Cumhurbaşkanı Erdoğan, beraberinde geniş bir heyet ve iki yüz iş adamı ile birlikte Körfezin üç önemli ülkesine resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Oldukça pozitif gündeme sahip bu ziyaret somut çıktılarla sonuçlandı. Suud ile imzalanan memorandumlar, Katar’la tazelenen güven ilişkisi ve BAE ile imzalanan toplam 50,7 milyarlık dolarlık anlaşma paketi, bu somut sonuçlara işaret ediyor.
Türkiye’nin stratejik ortağı Katar’la birlikte Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın da ziyaret kapsamında olması Türkiye ve uluslararası kamuoyunda çeşitli tartışmalara neden oldu.
Birçok yorumcu Türkiye’nin ekonomik sıkışmışlığı dolayısıyla bu açılımı yapmak zorunda kaldığını dile getiriyor. Türkiye ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerin evrildiği süreci gözden kaçıran bu bakış açısı BAE ve Suudi Arabistan ile yaşanan gerilim dönemden ziyaret atlayarak, Türkiye’nin bir kırılma yaşadığını dile getiriyor.
Bu yorumun iki temel açmazı var: Birincisi ilişkilerin normalleşmesi için yaklaşık iki yıldır devam eden arka kapı diplomasisi ve karşılıklı ziyaretler. İkincisi ise küresel krizlerin bölgeye yansıması ile devletlerin kendini yeniden konumlandırma ihtiyacı ve çabası.
Bölgesel gelişmeleri yakından takip edenler, Türkiye’nin gerilim yaşadığı Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile normalleşmenin sağlanması için görüşmelerin en az iki yıldır devam ettiğini hatırlayacaktır. Bu görüşmeler, arka kapı diplomasisi ile başlamış ve nihayetinde kamuoyuna da yansımıştı. Özellikle MİT Başkanlığı döneminde Hakan Fidan’ın arka kapı diplomasisinde etkin bir rol oynadığı biliniyor. Sonrasında ise 2022 ve 2023 yıllarında karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşti. Nihayetinde Mısır ile normalleşme sağlanarak büyükelçiler atanmış, Kaşıkçı davası nedeniyle Suudi Arabistan ile yaşanan gerilim dindirilmiş ve BAE ile Türkiye arasında esen soğuk rüzgarlar yerini işbirliği arayışına bırakmış oldu.
Bu ziyaret ise normalleşmenin ötesine geçilerek BAE ve Suud ile işbirliğinin tesis edildiği, Katar ile de stratejik ortaklığın tekrar vurgulandığı bir mahiyete sahipti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar ile ilişkilerin mükemmel seviyede seyrettiğini ifade etmesi de dikkat çekiciydi.
Dolayısıyla bu ziyaretle sağlanan işbirliğini, küresel ve bölgesel bağlamı gözden kaçırarak, yalnızca Türkiye’nin dış politikasındaki ani kırılma varsayımı ile açıklamak mümkün değil.
Bölgeyi etkileyen küresel gelişmelere kısaca işaret etmek gerekirse; Trump’ın “küre formülü” ile bölgeye bahşettiği çatışmacı ortamın sona ermesi, Biden’ın bölgeye beklenen ilgiyi göstermemesi, Çin’in önce İran’la 25 yıl süreli 400 milyar dolarlık anlaşma sağlaması, sonrasında ise İran-Suud arasında arabuluculuk yapması ve son olarak Rusya’nın Ukrayna müdahalesi. Baş döndürücü hızda yaşanan bu gelişmelerin, elbette bölgeyi de belirli düzeyde etkilemesi kaçınılmazdı. Bu gelişmeler Türkiye dahil bütün ülkelerin kendini yeniden konumlandırmaya dönük hesaplar yapmasına neden oldu.
Bölgesel düzeye baktığımızda ise, Körfez gerilim öncesi sahip olduğu konsolidasyonu sağlamış değil, ancak Arap isyanları ile oluşan kutuplaşmanın yerini yumuşamaya bırakmış olması dikkat çekici. “Katar ablukası”nın sona erdirilmesi ile Körfez ülkelerinin tarihinde görülen en önemli gerilimin aşılmış olması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sisi ile Katar’da el sıkışmış olması bu anlamda önemli bir gösterge. Körfez elbette Dahası özellikle seyahat kapsamındaki her bir ülkenin yeniden bir hesap içine girmiş olması da dikkatlerden kaçmamalı.
Yukarda özetlenen küresel ve bölgesel değişim karşısında Türkiye’nin hareketsiz kalması oldukça irrasyonel olurdu. Dış politikada kırılma iddialarının aksine aslında son iki yıllık sürece bakıldığında pro-aktif bir dış politikadan söz etmek daha doğru olacaktır.
Bunun yanı sıra Körfez ülkelerinin öznel koşulları da Türkiye’ye yakınlaşmalarına zemin hazırlamıştır. Suudi Arabistan’ın en az on yıl sürmesi beklenen ‘modernleşme ve merkezileşme’ açılımı, BAE’nin agresif dış politika yerine daha ihtiyatlı ve farklı seçeneklere yönelme çabası, Katar’ın ise henüz nereye evrileceği netleşmeyen arayışları, Türkiye’yi bu ülkeler nezdinde oldukça cazip bir alternatif haline getirmektedir.
Bu tablonun sunduğu fırsatları kaçırmak ise Türkiye açısından oldukça irrasyonel bir politikaya işaret edecekti.
Dolayısıyla hangi açıdan bakılırsa bakılsın Türkiye’nin Körfez bölgesi ile normalleşmesi ve işbirliğini artırması, mevcut koşulların yalnızca Türkiye’yi değil, bütün tarafları zorlamasının bir sonucu. Koşulları doğru okuyan ve proaktif (aceleci değil) hareket eden ise kazanır.
Son olarak bu süreç, Türkiye’nin bölgesinde oyun kurucu rolünü artıracağına işaret. Mısır, İsrail ve Yunanistan ile yürütülecek süreçler sonucunda Doğu Akdeniz’de yaşanacak gelişmeler de bu durumu teyit edecektir.
[Doç. Dr. Veysel Kurt, TAV Mütevelli Heyeti Üyesidir.]