Ortadoğu Güvenlik Mimarisinin Değişiminin İsrail Siyasetine Etkisi

Filistin coğrafyası, İsrail’in iç politikada daha baskıcı, dış politikada daha iddialı ve revizyonist bir politikaya yönelmesiyle 2020’li yıllarda ciddi bir istikrarsızlık sürecine girmiştir. İsrail siyasetinde yaşanan bu değişimi yansıtan beş gelişmeden bahsedebiliriz;

İlk olarak; 2018 yılında kabul edilen Yahudi Ulus Devlet Yasası’yla Filistinlilerin sivil ve siyasi hakları önemli ölçüde kısıtlanmıştır.

İkinci olarak; 2020 sonrası İsrail güvenlik güçlerinin Filistinlilere karşı uyguladığı sistematik şiddet benzeri görülmeyen ölçüde artmıştır. BM raporlarına göre 2005 sonrası dönemde yılda ortalama 55 Filistinli İsrail askerleri tarafından vurularak öldürülürken 2022’de bu rakam 146’ya, 2023’ün ilk yarısında ise 200’e çıkmıştır. Bu dönemde yerleşimcilerin Filistinlilere yönelik saldırıları da artmıştır.

Üçüncü olarak; Filistinliler lehine bile olsa zaman zaman nispeten objektif kararlar verebilen İsrail Yüksek Mahkemesi’ni aşırı sağcıların güçlü olduğu parlamentoya tabi kılmaya yönelik girişimler Filistinlilerin hukuki pozisyonlarını zayıflatacaktır.

Dördüncü olarak; İsrail’in Oslo Anlaşması’na aykırı olarak Batı Şeria’da genişleyen yerleşim politikası ve Filistin varlığını sonlandırma planları İsrail iç ve dış politikasında önemli bir dönüşümü simgelemektedir.

Son olarak; İsrail’in Suriye ve Lübnan gibi komşularına yönelik saldırgan politikasında önemli bir artış ortaya çıkmıştır. İsrail ordusu son on yılda Suriye’ye yönelik çok sayıda saldırı gerçekleştirmiştir. Yine 2023 yılı başlarında İsrail ordusunun Lübnan’a düzenlediği saldırılar, 2006’daki Hizbullah-İsrail savaşından beri yaşanan en ciddi saldırılardır.

İsrail’in siyasetindeki bu değişimi açıklamaya yönelik son dönemde yapılan çalışmalar konuyu yükselen aşırı sağ ve ABD desteği üzerinden analiz etmektedir. Bu yazıda, İsrail’in son dönemdeki baskıcı ve revizyonist politikalarının temel sebebinin bölge güvenlik mimarisinin yaşadığı köklü değişim olduğu ortaya konulacaktır.

Ortadoğu Güvenlik Mimarisinin Değişimi

2000 sonrası dönemde yaşanan üç önemli gelişmeye bağlı olarak Ortadoğu güvenlik mimarisi köklü bir değişime sahne olmuştur.

İlk olarak; 2003 yılındaki ABD işgalini takip eden süreçte Irak, Arap Baharı sürecinde ise Suriye ve Mısır zayıflayarak içe kapanmak zorunda kalmış ve bölgesel siyasetteki ağırlığını önemli ölçüde kaybetmiştir. Suriye, Irak ve Mısır gibi bölgenin önemli aktörlerinin kendi iç işleriyle meşgul olması Arap siyasetçilerin Filistin sorununa olan ilgilerinin kaybolmasına yol açmıştır.

İkinci olarak; uzun yıllar Filistin meselesine kitlesel destek ve yüksek kamuoyu duyarlılığı uyandıran, Ortadoğu ve İslam dünyasında değişim taleplerine en yüksek toplumsal zemini teşkil eden bir örgütleyici ideoloji olarak Müslüman Kardeşler hareketinin Arap Baharı sürecinde anlamlı bir başarı elde edememesi, kitlelerin gözünde hareketin itibarını zayıflatmıştır. Popüler İslami düşüncede meydana gelen bu önemli değişimin Filistin meselesindeki en önemli sonucu İsrail karşıtı bloğun toplumsal tabanının zayıflaması olmuştur. Filistin sorununa kitlesel destek sağlayan ve yüksek kamuoyu ilgisi uyandıran Müslüman Kardeşler hareketinin zayıflamasıyla Arap siyasetçiler nezdindeki Filistin sorununa olan ilgisizlik Arap kamuoyu tarafından da paylaşılmaya başlanmıştır.

Son olarak; Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkelerinin bölgesel ve küresel siyasetteki profili yükselmiştir. Irak, Suriye ve Mısır önemli aktörlerin zayıflamasına karşın zindeliğinden bir şey kaybetmeyen Körfez ülkeleri Levant, Kızıldeniz ve Güney Arabistan bölgelerinde iddialı ve müdahaleci bir politikaya yönelmişlerdir. Yaşanan tüm bu gelişmeler neticesinde Ortadoğu’nun ağırlık merkezi Dubai-Riyad eksenine kaymış, BAE ve Suudi Arabistan Filistin meselesinde liderlik rolü oynamaya başlamıştır.

Güvenlik Mimarisinin Değişiminin İsrail Açısından Sonuçları

Suriye, Irak ve Mısır’ın zayıflamasına karşın BAE ve Suudi Arabistan’ın güçlendiği bölgesel düzenin İsrail açısından ortaya çıkardığı en önemli sonuç bölgedeki istikrarsızlığın ve tehdidin kaynağına dair bakışın değişmesidir. Çünkü Suriye, Irak ve Mısır açısından ana ulusal düşman ve bölgesel istikrarsızlıkların kaynağı İsrail iken BAE ve Suudi Arabistan açısından ana ulusal düşman ve bölgesel istikrarsızlıkların kaynağı İran’dır. İsrail’den tehdit algılayan aktörlerin bölgesel meselelerdeki zayıflayan pozisyonuna karşın İran’dan tehdit algılayan aktörlerin bölgesel meselelerde yükselen profili İsrail’in elini güçlendiren bir sonuç üretmiştir. Hatta ortak tehdit algısı İsrail ile bazı Körfez ülkeleri arasında yakınlaşmanın ortaya çıkmasına da yol açmıştır. 2019 yılında Polonya’nın başkenti Varşova’da düzenlenen ve Körfez ve İsrail dışişleri bakanlarının katıldığı “Ortadoğu’da Barış ve Güvenlik Konferansı bu değişimi yansıtmaktan açıklamalara tanık olmuştur.

BAE ve Suudi Arabistan’ın bölgesel meselelerdeki etkinliğinin artırışı İsrail karşısındaki güç dengesini de değiştirmiştir. Suriye, Irak ve Mısır gibi aktörler askeri kabiliyet ve kapasite, demografik ve jeopolitik avantajlar ve kültürel faktörler sebebiyle bölgede İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme/sınırlayabilme kabiliyetine sahipken, BAE ve Suudi Arabistan askeri kabiliyet ve kapasite, demografik ve jeopolitik sınırlılıklar sebebiyle İsrail karşısında zayıf kalabilmektedir. Dış politikadaki hedeflerini elde etmek için çoğunlukla çek defterine güvenen BAE ve Suudi Arabistan’ın İsrail’i askeri sahada dengeleyebilme/sınırlayabilme kabiliyet ve kapasitesi yoktur. BAE ve Suudi Arabistan’ın en güçlü silahı olan petro-dolarlar ise dış politikada her zaman başarıyı garanti etmemektedir.

Bölgedeki askeri güç dengesinde meydana gelen değişime ilaveten Filistin meselesinde kitlesel destek ve yüksek kamuoyu duyarlılığı sağlayan Reformcu İslamcılık düşüncesinin zayıflaması da İsrail karşıtı blokta ciddi bir zayıflamaya yol açmıştır. Reformcu İslamcılığın zayıflamasıyla Arap kamuoyunda Filistin meselesine olan ilgi azalması bölgedeki rejimlerin İsrail karşıtı politikalarını zayıflatmıştır. İsrail ile BAE ve Bahreyn arasında imzalanan İbrahim Anlaşmaları Arap kamuoyunda ve liderler düzeyinde Filistin meselesinin öneminin azaldığını göstermesi açısından önemlidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu