Türkiye’de siyaset tartışmalarının gündemini meşgul eden özellikle de muhalefet cenahına dair ittifak tartışmaları, Cumhurbaşkanı adayı, mevcut adayın etrafındaki ekip vb. konular, 28 Mayıs seçiminden sonra tamamen değişmiş ve yerini değişim beklentileri üzerine yaşanan tartışmalara bırakmıştır. Bu bağlamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapsamlı bir ittifak ilişkisiyle dahi olsa seçimi kazanacak bir seviyeye ulaşamamış olması, bununla birlikte hatırı sayılır bir yüzdeyle seçimden çıkmış olması ana muhalefet partisinde liderin değişmesi ya da kalması gibi tartışmaları beraberinde getirmiştir. Buna Millet İttifakındaki ayrışmalar, İyi Parti’deki kopuşlar ve Meral Akşener’in çıkışları, HDP’lilerin yerel seçimler ile ilgili açıklamaları da eklenince muhalefet cenahında hararetli siyasi tartışmalar gündemi meşgul etmeye devam etmiştir. Değişim beklentilerini tetikleyen bir diğer husus da genel seçimin ardından yaklaşan yerel seçimlerdir. Bu bağlamda iktidarıyla muhalefetiyle 2024 yılında gerçekleşecek yerel seçimlere yönelik stratejiler de değişim beklentilerine içkin bir biçimde tartışılmaya başlanmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı yeni kabine de yönetimsel olarak büyük bir değişime dair beklentiler oluşturmuştur. Bu değişime dair ilk somut göstergelerin de ekonomi politikalarında gerçekleştiğini, enflasyonla mücadelede küresel ekonomik sıkıntıları da göz ardı etmeden yeni politikalar üretmeye çalışan yeni bir ekiple hareket edilmesi örneğinde olduğu gibi, dış politikadan terörle mücadeleye farklı alanlarda büyük değişimlerin önümüzdeki kısa bir zaman diliminde gerçekleşeceğini öngörmek zor olmasa gerektir.
Muhalefet Cephesinde Değişim Beklentileri
Muhalefet çevrelerindeki değişim beklentisi hiç kuşkusuz Kılıçdaroğlu’nun almış olduğu oy oranındaki en büyük etkendir. Burada sözü edilen, takribi 20 yıldır tek başına iktidar olan AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetiminin sonlanmasına yönelik olan ve genel olarak muhalif seçmenin beklentisidir. Başka bir ifadeyle, Erdoğan karşıtlığını besleyen şey esasında “ne olursa olsun bir değişim olsun” beklentisi olmuştur. Buna mukabil böyle bir şey gerçekleşmediğine göre seçmendeki beklenti, muhalefetin iktidarı ele alabilmesinin farklı yollarını araması gerektiği, dolayısıyla öncelikle kendisinde bir şeyleri değiştirmesi gerektiği şekline bürünmüştür. Millet ittifakını oluşturan ve 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’nu destekleyen unsurların seçim sonrası farklı bir dil benimsemeleri de ana muhalefet partisinin kendi içinde değişimi sorgulamasına neden olan bir başka gelişmedir.
Bugünkü mevcut tartışmaların ana hatlarıyla çerçevesini bu şekilde özetleyebiliriz. Fakat genel olarak bu tartışmaların “CHP’de Kılıçdaroğlu gidecek mi?”, “Ekrem İmamoğlu parti liderliğine yönelik bir tutum içinde mi?”, “CHP içindeki kliklerin tavrı ne?” gibi son derece yüzeysel düzlemlerde kaldıklarını da söylemek gerekir. CHP’nin oy oranlarının belirli bir seviyenin üstüne çıkamamış olmasını açıklayacak olan şey partideki yapısal dönüşümler ya da hangi kişilerin nerede kendini konumlandırdığından ziyade zihinsel olarak CHP’nin kendisini radikal bir dönüşüme hazırlayamamış olmasıdır. Söylem düzeyinde ya da seçim süreçlerinde toplumun farklı kesinlerini kucaklıyormuş gibi görünen ancak realitede hiçbir karşılık bulamayan hamlelerin ötesinde Türkiye’de toplumun siyasetten beklentilerini değerlendirip partinin söylem ve yaklaşımlarını baştan aşağı yenileyecek bir ekibe ihtiyaç olduğu açıktır. Mevcut genel başkan, parti yönetiminde yer alan isimler ya da potansiyel etkileri tartışılan belediye başkanlarının böyle bir hareket tarzını benimsemeye yaklaşmadıkları, buna cüret etmek isteseler dahi mevcut yapıların buna müsaade etmeyeceği bir ortam söz konusudur.
2018 yerel seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehirleri kazanmayı sağlayan şey her ne idiyse bu, büyükşehir belediye başkanlıklarına gelen isimlerin muhalif seçmende bir beklenti yaratmıştır. Mevcut yönetimlerinde belediyecilik anlamında sınıfta kalma potansiyeli gösterdikleri, dolayısıyla 2024 yerel seçimlerinde dahi bir garantilerinin olmadığı düşünüldüğünde, bu başkanlar üzerinden CHP içinde değişim beklentisine girilmesi de aslında gerekli olan köklü değişimi engellemektedir. Dolayısıyla ana muhalefet partisinde iktidara yürüyebilecek bir değişimin gerçekleşmesi oldukça zor görünmektedir. Çünkü, CHP’nin kemik tabir edilen %20-25 bandındaki oyunun çok çok üzerine çıkma ihtiyacı vardır. Bunun için de toplumu doğru okumak zorunluluğundadır. Bu bağlamda toplumu inançlar, yaşayış tarzları, göçmenlere bakış gibi alanlarda kutuplaştırıcı söylemleri terk etmesi öncelik arz etmektedir. Yine kendi seçmeninin ötesine hitap edebilmesinin yolu, AK Parti hükümetlerinin şimdiye kadarki her başarısına gölge düşürme stratejisinden vazgeçecek bir bakış açısında yatmaktadır. Örneğin AK Parti hükümetleri döneminde ulaşım altyapısına yapılan yatırımların Türkiye’yi çok ileri seviyelere taşıdığı gerçekliğini kabul etmeli, eleştirel bir ifadeyle “ama onlar yol yaptı tabi canım” gibi söylemlerle bu hamleleri hafife almak ya da önemsizleştirmenin kendisine bir yarar sağlamadığını görmelidir. Bu türden bir yaklaşım iktidara değil muhalefete aday bir parti olma iddiasından öteye geçememektedir. Bunun yerine en az AK Parti dönemlerinde yapılan icraatlerin üzerine daha fazlasını koyabileceğini gerçekçi bir söylemle vaat etmeli, somut delillerle bunu göstermelidir. Bunun için en kolay yol da 2018’de kazandığı büyükşehirlerde, başta verilen sözlerin yerine getirilmesi olmak üzere hızlı ve etkili icraatler gerçekleştirerek buna hazır olduğunu göstermektir. Ne var ki bu belediye başkanlarının belediyecilik, hizmet yahut kendilerini ya da partilerini bir adım ileriye taşımak gibi bir çaba içine girmek yerine parti içi siyasi kavgaların merkezinde yer alma çabası içinde olduğu düşünüldüğünde, 2019 yerel seçim başarılarının da uzun vadeli sonuç vermeyeceği bir görüntü söz konusudur. Örneğin Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin başına geçtiği bir senaryoda toplum nezdinde İstanbul’a hizmet konusunda verdiği sözleri yerine getirmemiş bir genel başkan olarak CHP’nin iddialarını ileriye taşımak şöyle dursun, kemik oyunu da sarsacak bir görüntü ortaya çıkabilir.
Özetle CHP’nin bundan sonraki seçimlerde başarı elde etmesi için milli politikalar üretebilen ve hizmet anlamında gerçekçi vaatlerde bulunan bir kadroya ihtiyacı vardır. Mevcut yapısı içinde böyle bir senaryo mümkün görünmemekle birlikte böyle bir durumda da muktedir pozisyonuna geçebilmesi ihtimali düşüktür. Zira muhafazakâr seçmeni bir şekilde kendisine yaklaştırabilse de bu sefer kendi seçim çevrelerinde oy kaybı riski oluşmaktadır ve parti içinde bu riski göze alabilme potansiyeli mevcut değildir.
İktidar Cephesinde Değişim Beklentileri
Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Mayıs seçiminin hemen akabinde yaptığı konuşmada yerel seçim vurgusu yapmış ve başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehirlere yönelik seçim çalışmalarına start verildiğinin sinyalini vermişti. Yeni kabinede büyük ölçüde değişikliğe gidilmesiyle birlikte, şimdiye kadar başarılı profil veren eski bakanların isimlerinin bu belediyeler için düşünüldüğüne dair ipuçları üzerine tartışmalar mevcuttur. Burada bu türden bir spekülasyon yapmamakla birlikte genel hatlarıyla ve bir İzmirli olarak İzmir üzerinden bir değerlendire yapmaya çalışacağım.
İstanbul ve Ankara’daki mevcut belediye başkanlarının, halkın kendilerine verdiği şansı hoyratça harcadığı gibi bir görüntünün söz konusu olduğu bir ortamda buralarda AK Parti’nin başarı elde etmesi kolay olacakmış gibi bir yanılgıya düşülmemelidir. Zira 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakının bu şehirlerde aldığı oylara bakıldığında seçmen tavrının salt hizmet ve verimlilik gibi olgulara dayanmadığı, başka faktörlerin de etkili olduğu görülmektedir. Keza İzmir gibi CHP’nin kalesi olarak görülen şehirlerde de Cumhur İttifakının nispi oy artışı söz konusu olsa da bu şehirlerde çoğunluğun sağlanamamasının ardında mevcut yönetime karşı çeşitli gerekçelerle oluşmuş bir tepkiselliğin olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmak zorundadır.
İzmir, son dönemlerdeki zannın aksine CHP’nin ya da solun kalesi değildir. Bunun en bariz göstergesi 1950 seçimlerinde CHP’nin tek parti iktidarına karşı Demokrat Parti’nin en büyük desteği gördüğü şehrin İzmir olmasıdır. Kuşkusuz bunda Adnan Menderes’in bu bölgeden çıkmasının da etkileri mevcuttur. Fakat başka seçimlerde de İzmir’in mevcut iktidara karşı duruş sergileyen tavrı olduğu gözlemlenmektedir. 2002 seçimlerinden beri ülke genelinde esen AK Parti rüzgarına karşı CHP tercihinde bulunan İzmir’in tercihi sol ya da CHP çerçevesinde değil genele hâkim olan rüzgâra karşı bir duruş olarak okunmalıdır. Keza 1990’lı yıllarda İzmir’in, sağ siyasi yelpazede bulunan DYP’li bir belediye başkanı olan Burhan Özfatura tarafından yönetildiği unutulmamalıdır.
Şehirlerin demografik yapılarındaki değişim ve başka faktörler de göz önünde bulundurulduğunda AK Parti’nin İzmir’i kazanması oldukça zor görünmektedir. Buna mukabil İzmir’in ve İzmirlinin karakteristik yapısını doğru değerlendirecek bir yaklaşım, burada dahi başarı getirme olanağını güçlendirecektir. Bunun için İzmir’e aday gösterilecek olan kişi çok önem arz etmektedir. İzmir başta olmak üzere büyükşehirlerde aday gösterilecek isimler AK Parti ve onun iktidarlarıyla özdeşleşmiş isimler olmak zorunda değildir. Nitekim bu iktidarlarda Ulaştırma Bakanlığı görevlerinde büyük başarılara imza atmış olan Binali Yıldırım’ın İzmir’de ve daha sonra İstanbul’daki belediye seçimlerinde elde ettiği sonuçlar malumdur. Başarılarıyla kendini ispat etmiş olmaktan da ziyade İzmir ile özdeşleşen farklı bir aday İzmir’de daha etkili olabilir. Yapısından dolayı İzmir için özel bir formül uygulanabilir. Bunun için de Cumhur İttifakı temelinde ve bu ittifaktan yana oy kullanmayanların dahi tercih edebileceği sürpriz bir adayda mutabık kalınması İzmir’de farklı bir sonuç elde edilmesini sağlayabilir.
Diğer taraftan adayın kimliğinden başka, üç büyükşehirde yapılacakları vaat etmenin yanında mevcut yönetimlerin eksikliklerini öne çıkaran ve bu şehirlerin potansiyellerini vurgulayarak bundan daha iyisini hak ettiklerini ifade edecek söylemler geliştirilmesi de ayrıca etkili olacaktır. Başka bir ifadeyle, CHP’nin başarı elde etmek için yapması gerekenin aksine rakibi üzerinden bir reklam ve propaganda süreci işletmek, şimdiye kadar belediyecilik anlamında zaten somut göstergeleri olan AK Parti yönetiminin kendi seçim çevrelerinin dışındaki seçmenleri de etkilemesine katkı sağlayabilir. Böylesi hamleler büyükşehirlerde etkili sonuçlar alınmasını mümkün kılacak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim gecesi işaret ettiği şekilde yerel seçimlerde yeni başarıları beraberinde getirebilecektir.