İsrail’in 3 Temmuz’da işgal altındaki Batı Şeria’da yer alan Cenin kenti ile Cenin Mülteci Kampı’na düzenlediği baskın sona erdi. İsrail güçlerinin havadan ve karadan yaklaşık 48 saat süren şiddetli saldırılarında 4’ü çocuk, 12 Filistinli hayatını kaybetti, 20’si ağır yaklaşık 120 kişi yaralandı. İsrail ordusundan yapılan açıklamaya göre, baskında 1 İsrail askeri de hayatını kaybetti. Bu baskın, 2002’de İkinci İntifada sırasında düzenlenen Koruyucu Duvar Operasyonu’ndan sonra Cenin’de yaşanan en sert çatışma olarak kayıtlara geçti.
Başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının ve uluslararası camianın tepkisini çeken bu saldırının neden yapıldığını ve hem İsrail hem de Filistin nezdinde ne gibi hususları açığa çıkardığını ele almak, bölgenin müzmin sorununa dair önümüzdeki dönemlerde bazı ipuçlarını da içermesi açısından önem arz ediyor.
Cenin’in Önemi
Bilindiği üzere Cenin kenti, Batı Şeria’nın kuzeyinde, üç tarafından Yahudi yerleşimleriyle çevrelenmiş bir konumda bulunuyor. Nablus ve Ramallah’ın idari ve ekonomik öneminin aksine nispeten Batı Şeria’da daha izole bir halde kalmış olan şehirde, özellikle genç Filistinli nüfusun yoğun varlığı dikkat çekiyor. Yine şehrin 1967’den bu yana direniş örgütlerinin yoğun faaliyette bulunması hasebiyle “şehitler başkenti” olarak anıldığını hatırlatmak gerekiyor. Kısacası Cenin, Filistin ortak hafızasının sembolü mahiyetinde bir şehir olarak görülebilir.
Ancak son yıllarda Cenin’in bir başka önemi de az önce bahsedilen genç nüfusu sayesinde ortaya çıktı. Özellikle İkinci İntifada sonrasında doğmuş, yoğun işsizlik ortamında ve Hamas-Fetih rekabetinde büyümüş bu yeni nesil, Filistin içindeki siyasi cephelerden ve bölünmüşlükten bağımsız şekilde, kendi yöntemleriyle İsrail’e direnmeye odaklanmış durumda. İsrail’in düzenlediği baskının asıl hedefi tam da bu kontrol edilmesi zor, yeni tür bir meydan okumayı ortaya koyan bu kuşak oldu.
İsrail’in Amacı
Baskınla alakalı olarak, İsrail cephesine dair şu noktalara temas edilebilir: Birincisi; İsrail’in Bennett-Lapid hükümetinden beridir yürüttüğü bir taktik olarak, Filistin’de kısa süreli, dar kapsamlı ama yoğun güç uygulanan bir operasyonel tavrı mevcut. Bunun en yakın örneğini Ağustos 2022 Gazze saldırılarında görmüştük. Binyamin Netanyahu hükümetinin de bu askerî stratejiyi devam ettirdiği görülüyor. Ancak bu operasyonların gözden kaçabilen, fakat daha büyük önem arz eden asıl sebebinin iç siyasetteki gelişmeler olduğunu söylemeliyiz. Aylardır protesto edilen tartışmalı yargı reformunun yanında Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te yerleşimci terörü, İsrail gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Bunun kamuoyu nezdinde yaratacağı muhtemel tepkinin önüne geçmek ve dikkatini dağıtmak için İsrail, bu tür operasyonlara başvurabiliyor.
Netanyahu Sıkışmış Durumda
Ancak iç siyaset açısından bu operasyonun ortaya çıkardığı en önemli husus, İsrail devletinde yönetim kademesinde yaşanan gerilimin iyice açığa çıkması oldu. Ordu ve yargı gibi müesses nizamın temsilcileri ile Batı Şeria’da hükümet desteğiyle pogromlarda bulunan aşırı sağın arasında yeni hükümetin kurulduğu Kasım 2022’den bu yana yaşanan ciddi bir ayrışma var. Muvazzaf ve emekli askerler, yargıçlar ve azınlıklar da dahil olmak üzere sol kesim, Batı Şeria’da aşırı sağın gün geçtikçe artan ve hatta pervasızlaşan hakimiyetine karşı tepkilerini ortaya koyuyor. Öyle ki, devletin en önemli güvenlik kurumları, yani Genelkurmay Başkanı Herzl Halevi, İç İstihbarat (Şin Bet) direktörü Ronen Bar ve Emniyet Müdürü Yaakov Shabtai, yaptıkları ortak açıklamayla yerleşimcilerin Um Safa, Turmus Aya, Urif ve diğer Filistin köylerinde yaptıkları saldırıları, “milliyetçi terörizm” olarak adlandırdı. Ulusal Misyon Bakanı ve aşırı sağcı Dindar Siyonizm partisinden Orit Strook, açıklamayı yapanları “Wagner”e benzeterek tepki gösterdi.
Bu gerilimin ortasında Netanyahu, adeta sıkışmış durumda. Bir tarafta devleti yönetebilmesinin temel araçlarını temsil eden organlar, diğer taraftan kendisini 4 yılda 5 seçim sonrasında tekrardan başbakan yapmış aşırı sağ fraksiyonlar Netanyahu’yu kıskaca aldı. Ancak bu baskınla birlikte her iki tarafa da adeta birer “sus payı” vererek, siyasi otoritesine manevra alanı açtı. Orduya kısa ve maliyetsiz bir operasyon yapması için alan açarak kredisini arttırırken, aşırı sağ müttefiklerine karşı da tavizsiz, şahin duruşunu pekiştirmiş oldu. Yine de İsrail gündemini bu iç gerilimin epey bir süre meşgul edeceğini söylemek mümkün. Öyle ki, operasyonun ismini Cenin’in Tevrat’taki isminden mülhem “Ev ve Bahçe” olarak duyuran Netanyahu’nun aksine İsrail Ordusu, bu operasyona herhangi bir resmi isim vermekten kaçındı ve basın sözcüsünün de belirttiği gibi yalnızca “tugay düzeyinde bir baskın” olarak nitelendirdi.
Dış Politika
Cenin’de yaşananlar İsrail dış politikasında yaşanan bir sıkıntıyı da ortaya çıkardı. İbrahim Anlaşmaları’ndan bu yana Arap Dünyasında Körfez ülkeleriyle çok yakın işbirliğine girişen İsrail, bunu Filistin meselesinde de bir avantaja dönüştürmek istemişti. Ancak bu politikanın Mısır ve Ürdün gibi geleneksel aktörleri göz ardı ettiği yorumları da yapılıyordu. Bu baskınla ve Filistin yönetiminin bir yıl içerisinde ikinci defa İsrail’le Batı Şeria’daki güvenlik işbirliğini sona erdirdiğini duyurması, bu yorumları doğrular nitelikte. Hem Mısır hem de Ürdün’ün peş peşe Türkiye’yle gerçekleştirmiş olduğu temaslar ve Türkiye’nin Cenin’de olanlara dair tepkisini bu temaslar esnasında göstermesi de bölgede bu meselenin uhulet ve suhuletle çözülmesi açısından ayrı bir önemi barındırıyor.