Fransa’yı Sarsan Yangın

Banliyö Eylemleri

Fransa’nın Nanterre kentinde geçtiğimiz 27 Haziran’da polisin “dur” ihtarına uymayan 17 yaşındaki Cezayir asıllı Nahel M. isimli gencin polis tarafından vurulması tüm ülkeyi sarsan ve “banliyö ayaklanması”olarak ifade edilen şiddet olaylarının yaşanmasına neden oldu. Ülke genelinde 45 bin polisin görev aldığı bu olaylar sırasında yaklaşık 3 bin 200 kişi gözaltına alındı. Ayrıca en az 1000 bina ateşe verildi ve 5 bin araç kundaklandı. Cezayirli gencin öldürülmesi ile patlak veren olaylarda gençlerin polislere havai fişek atmış, çöp bidonlarının ateşe verilmesi ve yağma olaylarının yaşanması ülkede korku ve endişenin de artmasını beraberinde getirdi. İlk gece Nanterre ve çevresinde görülen olayların ikinci gece Paris’in banliyölerine ve üçüncü gününde Belçika’ya ve beşinci gününde İsviçre’ye sıçradı.

Eylemlerin Fransa’nın geneline yayılması üzerine 10 kentte sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Saldırılarda özellikle kamu binalarının hedef alındığı saldırılarda belediyeler, karakollar ve okullar kundaklandı. Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin gözaltına alınanların ortalama 17 yaşında olduğunu bildirdi. Nanterre Savcılığı, genci öldüren polisin “kasten öldürme” suçundan tutuklu yargılanacağını açıkladı. Buna karşın eylemlerin devam etti ve L’Hay-les-Roses Belediye Başkanı Vincent Jeanbrun’ın evine düzenlenen saldırıda eşi ve çocuğu yaralandı. Clichy-sous-Bois, Lille, Halluin, Mons-en-Barœul, Garges-les-Gonesse, Nogent-sur-Oise ve Villeneuve-le-Roi kentlerinde belediye binaları, Tourcoing, Evreux ve Bezon kentlerinde okullar, Marsilya’da da tarihi kütüphane ateşe verildi. Tüm bu şiddet olaylarının Fransa’ya faturasının en az 1 milyar Euro olduğu tahmin ediliyor. “Banliyö krizi” olarak da nitelendirilen eylemlerin patlak vermesi Fransa’da polisin özellikle ölümcül güç kullanımı konusundaki olumsuz sicilini de yeniden gündeme taşıdı. Esasen, 2023’ün başından bu yana ülkede polisin 13 kişi dur ihtarına uymadığı için vurarak öldürdüğü biliniyor. Cumhurbaşkanı Macron tarafından kabul edilen 2017 tarihli güvenlik yasa tasarısının polisin sertleşen tutumunda etkili olduğu söylenebilir. Terörizmle mücadele çerçevesinde kabul edilen bu tasarı, polisin silah kullanımını daha geniş bir alanda taşıdığı için eleştiriliyordu. Tasarının yasalaşmasının ardından polislerin araçlarında öldürdüğü kişi sayısının 5 kat arttığını dikkate almak gerekir. Yaşanan şiddet olaylarına bir gerekçe olmasa da polisin özellikle siyahi ve Arap kökenli Fransız vatandaşlarına yönelik olumsuz bir tutumu olduğu yönünde bir kanaat öne çıkıyor. Cezayir asıllı gencin öldürülmesinin ardından patlak veren olaylar karşısında Birleşmiş Milletler (BM) “Fransa’nın kolluk kuvvetlerindeki derin ırkçılık ve ayrımcılık sorunlarını ciddi şekilde ele almasının zamanıdır” ifadesini kullanarak Fransa’yı uyardı. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) Sözcüsü Ravina Shamdasani, polislerin “orantısız güç kullanımına ilişkin tüm iddialar hızla soruşturulmalıdır” diyerek meşruluk, gereklilik, ölçülülük, ayrımcılık yapmama, ihtiyatlı olma ve hesap verilebilirlik gibi temel ilkelerin  önemini vurguladı.

Diğer taraftan, olayları kontrol altına almak için harekete geçen Fransa Başbakanı Elisabeth Borne, olağanüstü hal dahil tüm seçenekleri değerlendirdiklerini belirtti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise Nahel’in öldürülmesini araçsallaştıran göstericilerin kamu düzenini hedef aldığını belirterek “hiçbir şeyin şiddeti haklı göstermeyeceğini” ve bunların “kabul edilemez” olduğunu belirtti. Ayrıca Macron, şiddet eylemlerine katılan gençlerin ebeveynlerinin sorumlu davranmaları gerektiğini vurgulayarak sosyal medya kullanımına sansür talebinde bulundu. Macron, sosyal medyanın “şiddeti körüklediğini” ve bu nedenle “hassas içeriklerin” kaldırılmasını istedi. Macron sosyal medya yoluyla şiddetin taklit edildiğini belirterek “bazılarının sokakta kendilerini zehirleyen video oyunları oynadığı hissine kapılıyoruz” dedi. Kolluk kuvvetlerini sonuna kadar desteklediğini açıklayan Macron, “Polis, jandarma, itfaiye, son birkaç gecedeki olağanüstü seferberliğiniz için teşekkür ederiz. Bunların siz ve aileleriniz için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Desteğim sizinledir” ifadelerini kullandı.

Ayrıca şiddet eylemlerinden etkilenen belediye başkanlarıyla Elysée Sarayı’nda bir araya gelen Macron, yaşanan olaylara “temel bir cevap” üretilmesi gerektiğini vurguladı. Macron’un olaylar karşısında verdiği ilk tepkilere bakıldığında özellikle yaşanan ayaklanmaları bir sosyal medya sorunu ya da gençlerin aileleri tarafından kontrol edilmemesi sorununa indirgediğini gözlemlemek mümkündür. Kapsayıcı ve bütünleştirici mesajlar vermek yerine Macron, “sosyal medya ağlarına yönelik yasaklara yoğunlaşmalıyız. İşler çığırından çıktığında, (sosyal medya ağlarına) erişimi düzenleyebilecek veya kesebilecek konumda olmalıyız” diyerek yasaklar yoluyla olayları kontrol altına alabileceğine inanıyor görünüyor.

Tüm bunların yanı sıra, şiddet olayları yaşanırken Emmanuel Macron ve eşinin İngiliz şarkıcı Elton John konserinde eğlendiği görüntülerin sosyal medyada yayılmasu ülkede büyük tepki uyandırdı. Ülkenin genelinde yağma, kundaklama ve kamu binalarına saldırılarının devam ettiği sırada Macron ve eşinin Paris’teki Accor Arena’da düzenlenen konserde dans eden görüntüleri Macron’un yaşanan şiddet eylemleri karşısında duyarsız bir devlet başkanı olduğu algısı uyandırdı. Kamu binalarını hedef alan göstericilerin tepkisini yatıştırmak ve bütünleştirici bir söylem kullanmak yerine Macron, ülkeyi sarsan banliyö krizi karşısında sosyal medyaya erişimi engelleme ve ebeveynleri sorumlu davranmaya davet etme dışında bir adım atmış değil. Macron’un sorunun kaynağında yer alan yapısal eşitsizlikler, sosyal dışlanma ve ayrımcılık konularındaki kayıtsız yaklaşımının da eylemlerin devam etmesine tuz biber ektiğini söylemek mümkündür. Öte yandan, Cezayir asıllı genci öldüren polis ve öldürülen genç Nahel için Fransa’da başlatılan yardım kampanyalarında toplanan miktarlara bakıldığında eylemlerin temelinde yatan ayrımcılık bir kez daha açık bir şekilde görülebilir. Öyle ki, öldürülen gencin ailesi için 150 bin euro toplanırken, onu vuran polisin ailesi için 800 bin euroluk yardım toplanmıştı. Toplanan yardımdaki bu ciddi fark, Fransız vatandaşı olsa dahi kendisini Fransa’da eşit bir vatandaş olarak göremeyen önemli bir kitlenin yaşadığı dışlanma ve ırkçılık sorunun derin bir toplumsal sorun olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Macron ve Fransız otoritelerinin bu sorunla yüzleşmekten kaçınması ise banliyö krizinin çözülmesi bir kenara dursun daha da derinleşmesine ve dışlanmış kitlelerin tepkisinin her geçen gün büyümesine neden oluyor.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu