14 Mayıs 28’inci Dönem Milletvekili ve 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından kurulan yeni Cumhurbaşkanlığı kabinesiyle birlikte terörle mücadele alanında daha kapsayıcı bir sürece girildiğinin işaretleri görüldü. Bu sürecin terör örgütleri ve bunlara destek veren bölgesel ve küresel aktörlere karşı kurumlararası koordinasyona dayalı bütüncül ve kuşatıcı bir güvenlik-dış politika ile yönetileceğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanlığı kabinesindeki kritik bakanlık atamaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni dönem için terörle mücadeleye dönük açıklamaları, dış politikadaki terörle mücadele öncelikleri ve güvenlik kuvvetlerinin yurtiçinde ve sınır ötesindeki terörle mücadelesindeki operasyonel yoğunluk da bu öngörüyü desteklemektedir.
Türkiye’nin Terör Tehdidi Hiyerarşisi ve Mücadele Gereksinimleri
Birden fazla terör örgütüyle mücadele eden Türkiye’nin terörle mücadelesini zor olmakla birlikte bir tehdit hiyerarşisinde değerlendirmek gerekirse, PKK/PYD terör örgütünün bölücü silahlı tehdidi, FETÖ’nün yıkıcı ideolojik tehdidi, DEAŞ, el Kaide, DHKP/C, TKP/TİKKO ile diğer terör örgütlerinin istikrarsızlaştırıcı tehdidi şeklinde kabaca bir sıralama yapabiliriz. Her biri yabancı istihbarat örgütlerinin de güdümüyle siyasi, sosyal ve ekonomik hareketlere entegre olmayı başarmış ve transnasyonel kimlik kazanmış bu örgütlerle mücadele etmek farklı kapasiteler gerektirmektedir. Yarı hibrid bir askeri kapasiteye ulaşmış PKK/PYD ile mücadele sınır ötesinde askeri angajmanlar gerektirirken, yurt içinde örgütün yeraltı ve pasif destekçilerine karşı kolluk ve asayiş mücadelesini zorunlu kılmaktadır. Öte yandan, kendisini dini bir kült olarak dünyaya pazarlamaya çalışan FETÖ ile yurtdışındaki mücadele örgütle ilgili gerçek algıyı tesis edecek enformasyon mücadelesi ve örgütün kritik elemanlarının adalete teslim edilmesi için istihbarat operasyonları gerektirmektedir. DEAŞ ve el Kaide, DHKP/C, TKP/TİKKO ile diğer radikal sol terör örgütlerine karşı sürdürülen mücadele ise yurtiçinde bu örgütlerin örgüt ağlarının tespiti ve tespit edilen birimlerin etkisiz hale getirilmesine dönük istihbarat-kolluk operasyonları, yurtdışında lider kadrolarına dönük özel nokta operasyonlarını mecburi kılmaktadır. Görüldüğü gibi Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütleri organizasyonel, ideolojik ve kapasite çeşitliliğine sahiptir. Ancak, Türkiye düşmanlığının dışında bu örgütleri ortaklaştıran hususlardan biri de bu örgütlerin uluslararası ve transnasyonel operasyonel yönetimleridir. Uyuşturucu, insan, silah ve malzeme kaçakçılığı, espiyonaj faaliyetleri ve düzensiz göç gibi birçok organize illegal faaliyete entegre olmuş bu örgütlerle mücadele de istihbarat, harekât, bilgi ve diplomatik üstünlüğe dayalı bir politika gerektirmektedir.
Dış Politikada Terörle Mücadelenin Kilit Rolü
Yeni dönemde Dışişleri Bakanı olarak Hakan Fidan’ın, Millî Savunma Bakanı olarak Yaşar Güler’in, İçişleri Bakanı olarak Ali Yerlikaya’nın atanması, Milli İstihbarat Başkanlığına da İbrahim Kalın getirilmesi güvenlik odaklı dış politikanın ağırlığına işaret etmektedir. MİT Başkanı Hakan Fidan Türkiye’nin Suriye ve Libya politikalarında yürüttüğü etkinlik ile Körfez ülkeleri, Mısır, İsrail ile ikili ve çoklu normalleşme çabalarındaki yetkinliğini Dışişleri Bakanlığı dönemine tahvil etmesi kaçınılmazdır. Milli Savunma Bakanı olarak atanan Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler öngörüsü, müşterek hareket konseptine dayalı askeri yönetim tarzı, sorunları tespit edip çözüm yolları bulmaya çalışan yöneticilik iradesini TSK’nın askeri etkililiğinin sınır ötesinde arttırmasına katkı sağlayacaktır. Geçtiğimiz beş yıllık süreçte tıpkı milli güvenlik danışmanı gibi güvenlik odaklı her türlü dış politika sürecinin içinde yer alan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın yeni MİT Başkanı olarak atanması proaktif operasyonel istihbaratın geliştirilerek sürdürülmesi bakımından da ayrıca önemlidir. Daha önceden Şırnak, Ağrı, Tekirdağ ve Gaziantep’te valilik görevlerinde bulunan ve İçişleri Bakanı olarak atanan İstanbul Valisi Ali Yerlikaya’nın PKK ile mücadeleye aşinalığı, FETÖ’cülere karşı pratik uygulamaları, göçmen meselesi, yabancı terör savaşçı ve organize suç gruplarıyla mücadele tecrübesi iç güvenlik politikalarının güvenlik odaklı dış politikayla entegre edilmesi için oldukça isabetli bir karar olarak görülmektedir. Yerlikaya’nın PKK/PYD, DEAŞ, FETÖ, DHKP/C’ya karşı terör politikası ve öngörülen yabancı göçmen dönüşlerine politikasında sadece yurt içinde değil transnasyonel boyuttaki mücadele içinde de öneli bir rol onayacağı beklenmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Azerbaycan’a yaptığı ziyaretler esnasında İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin olarak ABD, NATO, İsveç ve diğer uluslararası aktörleri işaret ederek “Terörle mücadele etmeden bizden bir şey beklemesinler” şeklindeki ifadesi, terörle mücadelenin dış politikadaki kilit rolünü ifade etmektedir.
PKK/PYD’nin Seçim Sonrası Siyasi İklim Beklentisi neydi? Seçim Sonuçlarına Tepkisi Ne Oldu?
Yeni dönemde terörle mücadeledeki öncül etkiyi Türkiye’nin mücadele ettiği PKK/PYD üzerinden değerlendirebiliriz. PKK/PYD 14-28 Mayıs seçimlerinden önce HDP/YSP’yi (Halkın Demokratik Partisi/Yeşil Sol Parti) CHP önderliğindeki Millet İttifakı ile yarı gizli, yarı açık seçim ortaklığına zorlayarak Türk siyasetindeki etkisini yeniden kazanmayı bekliyordu. Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı karşısında muhalefetin kazanacağına inanan PKK/PYD Türkiye’nin terörle mücadele stratejisinin de tersine dönmesini bekliyordu. Böylece, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyindeki sınır ötesi operasyonları sona erebilir, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Diyarbakır Belediye Başkanı Gülten Kışanak gibi PKK yanlısı siyasiler cezaevinden çıkabilir, HDP’nin Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davası iptal edilebilir, HDP’li belediyelerdeki kayyum atamaları kaldırılabilir ve PKK ile yeni bir çözüm/barış süreci başlatılabilirdi. Ancak 14 Mayıs Milletvekili ve 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu PKK’nın beklentilerini karşılamadı ve Cumhur İttifakı meclis çoğunluğunu korudu ve Cumhurbaşkanlığı Seçimlerini de terörle mücadele kararlığının önceki dönemlerinde de sürdüren Cumhurbaşkanı Erdoğan kazandı. Seçim sonuçlarıyla birlikte PKK/PYD hayal kırıklığına uğramış ve PKK/PYD’nin Türkiye’nin PKK/PYD karşıtı politikasında geri adım atma ümidi tamamen rafa kalkmıştır. Üstelik örgütün siyasi aparatı olan siyasi parti de önemli oranda oy kaybına uğradığı görüldü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni kabinesini açıklamasıyla birlikte güvenlik ve terörle mücadele önceliğini ilk fark eden terör örgütünün PKK/PYD olduğunu ifade edebiliriz. Öyle ki, örgütün silahlı kadroları ile örgüte müzahir odaklar tarafından Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Tel Rıfat, Münbüç ve Ayn el-Arab’a yeni sınır ötesi askeri harekatlar düzenleyebileceği, PKK/PYD’nin lider kadrolarına yönelik insanlı/insansız hava araçlarıyla ve operasyonel istihbarat unsurlarıyla angajmanlar düzenleneceği ve HDP belediyelerinde kayyum atamasının sürdürüleceği konuşulmaya başlandı. Eş zamanlı olarak, PKK/PYD’li teröristlerce seçim öncesinde ilan ettikleri tek taraflı ateşkesin iptal edildiğine dair açıklamalar geldi. İlk olarak Yaşar Çiya kod adlı terörist ardından da Bese Hozat kod adlı PKK’lı teröristin saldırı çağrılarında bulunduğu görüldü. Bu çağrıların öncesinde, esnasında ve sonrasında PKK/PYD terör örgütünün silahlı kadroları ve yeraltı hücrelerince ve yine bu örgütle iltisaklı Ketaib Hizbullah-Asaib al-Hak örgütleri tarafından 4-11 Haziran tarihleri arasında saldırılar düzenlendi. Bu saldıralar karşılığında güvenlik kuvvetlerince Suriye’nin kuzeyindeki harekatlarının temas hatları ile bunların ötesindeki PKK/PYD-Suriye Rejim kontrolündeki alanların derinlerine, Irak’ın kuzeyinde Süleymaniye’nin güneydoğu kırsalını (Asos) da içine alacak şekilde Metina, Zap, Avaşin, Hakurk ve Sincar bölgelerinde PKK hedeflerine ve Siirt ve Şırnak kırsalındaki taktik terör unsurlarına yönelik yoğun bir müdahale edeci angajman serisi düzenlendi. Bu angajmanlarda çok sayıda terörist ile bunlarla birlikte Türkiye’nin harekât alanlarına düzenlenen saldırılarda yer alan Suriye Rejim askeri ile yine rejim ve mezhebi motivasyonla hareket eden İran destekli paramiliter terörist savaşçı da etkisiz hale getirildi.
Türkiye’nin Eli Güçlü
Türkiye görüldüğü gibi geniş bir alanda ve sınır cephesinde ve sınır ötesi derinlikte çoklu terör örgütüne karşı transnasyonel kapasiteyle askeri ve istihbarı angajmanlar düzenlemektedir. Diğer taraftan da yurt içindeki istihbarata dayalı kolluk operasyonlarıyla tıpkı Cizre saldırısını düzenleyen teröristin Mersin’de yakalandığı gibi her türlü örgütün yeraltı/yardımcı unsurları ile aktif/pasif desteklerine yönelik yaygın angajman geliştirmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin sınır ötesindeki harekatlarıyla kendi topraklarındaki iç güvenlik uygulamaları arasında işleyen bir senkronizasyonun olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Yeni dönemde güvenlik kuvvetlerinin sahada ortaya koyduğu istihbarat-operasyonel etkinlik/üstünlüğün diplomatik üstünlüğe tahvil edilmesiyle ilgili hâkim bir beklenti olduğu söylenebilir. Bu bakımdan, Suriye Rejiminin normalleşmesi sürecinde PKK/PYD ile angajmanını kesmesi, ABD’nin PKK’nın Suriye koluna verdiği desteği kesmesi, İran’ın Irak kuzeyinde ve kendi topraklarında PKK’yı yaşatma stratejisinden vaz geçmesini sağlamak, Avrupa’daki PKK ile mücadele etmek için Türkiye’nin eli hem sahada hem de masada her zamankinden çok daha güçlü olarak görülmektedir. Önümüzdeki beş yıllık süreçte Türkiye’nin ilgi ve etki alanlarındaki uluslararası jeopolitik çevrelerdeki arabulucu, dengeleyici, müdahale edici ve oyun kurucu konvansiyonel rolleri zorlayıcı ve önleyici etkiler üreterek Türkiye’nin terörle mücadelesini destekleyecek şekilde uluslararası aktörlerin PKK/PYD, FETÖ, DEAŞ, DHKP/C ve diğer terör örgütlerine karşı davranış değiştirteceğini bekleyebiliriz.