Türkiye yoğun bir seçim dönemi atlattı. İkinci tura kalan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan oyların yüzde 52,18’ini alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan sıcağı sıcağına yaptığı değerlendirmede milletin tercihinin sandıklarda tecelli ettiğini söyledi. Seçim akşamı basının karşısına çıkan Kemal Kılıçdaroğlu ise sözde otoriterleşen bir yönetim karşısında engellerle dolu bir seçim süreci yaşadıklarını iddia ederek rakibi Erdoğan’ı tebrik etmekten ısrarla kaçındı. Açıkçası Kılıçdaroğlu’nun 28 Mayıs akşamı takındığı tavır Erdoğan karşıtlarının uzun zamandır dillendirdiği Türkiye karşıtı söylemlerin bir yansımasından öte bir durum değildir.
Türkiye’nin sözde otoriterleştiği ve muhalefetin üzerine büyük bir baskı olduğu iddiası son yıllarda Türkiye karşıtlarının ürettiği bir kavramsal çerçeveye karşılık geliyor. 28 Mayıs seçiminin hemen ardından Fareed Zakaria’nın Türkiye’deki seçimleri özgür ama adil değil (free but unfair) olarak nitelemesi bu çerçevenin özeti olarak değerlendirilebilir. Batı destekli üretilen bu çerçeve özellikle kendilerini muhalif olarak kodlayan kesimler tarafından satın alınmış durumda. Bu kapsamda iki turda nihayete eren seçimlerde muhalif partilerin eşit şartlarda yarışmadığı, medyanın baskı altında olduğu, sivil toplumun örselendiği, muhalif seslerin kısıldığı ve yaşam alanı tanınmadığı gibi gerçeği yansıtmayan değerlendirmeler özellikle sosyal medya aracılığıyla dolaşıma sokularak ülkede olumsuz bir hava yaratılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar avantajı (incumbent advantage) ile seçimlerde büyük avantaj ettiği de bu tartışmalardaki yerini almış durumda.
Türkiye’ye yönelik iddialarda çıtayı daha da yukarı çıkarıp totaliterlik tartışmalarını gündemine alan yazarlardan da bahsedilebilir. Fakat basit bir genel kültür bilgisiyle bile totaliter rejimlerin bırakın seçimleri alternatif herhangi bir sese bile izin vermeyeceği görülebilir. Aksine Türkiye’de iktidar karşısında hatırı sayılır bir muhalefet mobilizasyonunun varlığı inkâr edilemez. Yakın dönemdeki seçimler birçok aktörün farklı ideolojik altyapılarına rağmen beraber hareket etme kapasitesine ulaştığını gösteriyor. Hülasa totaliterlik gibi uç bir değerlendirmenin varlığı Türkiye karşıtı kesimlerin gerçeklikten ne kadar kopuk olduğuna işaret etmektedir.
Tüm bu sözde iddialar karşısında 2015 genel seçimleri ve 2019 yerel seçimlerinin yanında 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması Türkiye’de her aktörün sandıklardan sonuç alabileceğini gösteriyor. Farklı bir ifadeyle otoriter siyaset tornasından kasıtlı olarak türetilen bu tür iddiaların toplumun büyük bölümünün nezdinde bir karşılığı yoktur.
Otoriterleşme: Büyük Bir Soru İşareti (?)
Otoriterleşme kavramı siyaset bilimi literatürü içerisinde zengin bir tartışmaya karşılık gelmektedir. Kavram zaman içerisinde zenginleşerek seçimli otoriterlik ve rekabetçi otoriterlik gibi alt başlıklar altında dünyadaki farklı yönetimleri analiz etmek için faydalı bir araca dönüşmüştür. Hatta kavram daha da eğilip bükülerek kurumları zayıf kişisel otoriter rejimler ve tüm devleti eline alan tek parti rejimleri gibi tartışmalarda eklenmektedir. Batılı akademisyenlerin sıklıkla başvurduğu bu kavramsal çerçeve Türkiye’ye yönelik tartışmalarda da sıklıkla kendine yer bulmaktadır. Özellikle kavramın önüne bahsi geçen alt başlıklardaki niteleme sıfatlarının eklenmesiyle Türkiye siyasetine bir elbise biçilmeye çalışılmaktadır. Farklı bir ifadeyle aynı kavramsal zenginlik alternatif hayat algıları karşısında bir silaha da dönüşebilmektedir. Türkiye’de olan tam olarak budur. Otoriterlik kavramı Türkiye karşıtlarının ve belirli muhalif kesimlerin ortak olarak başvurduğu bir kavramsal çerçeveye dönüşmüş durumda. Fakat toplumsal gerçekler bu resmin dışında bir duruma işaret etmektedir.
Türkiye’ye yönelik otoriterlik tartışmalarında sıklıkla seçimlerin tek başına yeterli olmadığı vurgulanır. İlave olarak söz konusu Türkiye olduğunda seçimlerin özgür ve adil olması ve partiler arası rekabetin eşit olması gibi şartlar da aranır. Fakat 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de gösterdiği gibi Türkiye karşıtları ve muhalefet açısından Türkiye’deki özgür ve adil seçimler ile kastedilen seçim sonuçlarının kendi iktidarlarına hizmet edip etmemesi üzerinedir. Millet İttifakı Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibinin seçim akşamı ANKA gibi kendi haber kaynakları üzerinden yaydıkları dezenformasyonun başka bir açıklaması yoktur. Türkiye’de seçim süreçleri kamuya ve uluslararası gözlemcilere açık ve şeffaf olarak yürütülmektedir. Ayrıca partilere oy oranları doğrultusunda verilen hazine yardımları, başta sosyal medya olmak üzere alternatif iletişim mecraları, toplantı ve miting hakları partiler arası rekabet meselesinde uygun bir zeminin olduğuna delildir. Partiler arasında fark yaratan nokta organizasyon becerisi ve kaynakların doğru kullanımıdır.
Siyaset bilimi içerisindeki her bir teorik bakışın bir hayat algısının ve değerlendirmesinin sonucudur. Türkiye’de PKK terör örgütünün uzantısı bir partinin varlığını ülke güvenliğine tehdit olarak görmemek hatta demokratik siyaset sınırları içerisine sokmak bir hayat algısının yansımasıdır. Bunu makulleştirenlerin sosyal gerçeklikleri açıklamada başvurduğu kavramsal çerçeveler de benzer bir sübjektif değerlendirme içerisine hapsolmaktadır. Otoriterlik kavramının zengin fakat tanımı zor sınırları içerisinde Türkiye’nin otoriterleştiğini söylemek kavramın eğilip büküldüğünü ve ülke gerçeklerinden uzak bir değerlendirmenin ürünüdür.
367 Anayasa krizi, 2008 parti kapatma davası, 2012 MİT krizi, 17-25 Aralık süreci ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü gibi demokrasi dışı girişimler karşısında bir iktidarın ayakta kalabilmesi ancak güçlü bir milli iradenin tecelli etmesiyle mümkün olabilirdi. Otoriterlik zırhına bürünen bir iktidarın bahsi geçen krizlerden herhangi birisi karşısında halkın bu kadar büyük bir desteğini alması mümkün değildir.
Türkiye Örneği Bize Ne Anlatıyor?
Türkiye on yıllardır seçimlerin özgür ve adil bir şekilde yapıldığı, farklı siyasi aktörlerin yarışabildiği ve iktidarın seçimle el değiştirilebildiği bir ülkedir. Bu da Türkiye’nin en kapsayıcı ve sağlıklı anlamda yapılan demokrasi tanımının içerisine girdiğini teyit etmektedir. Ülkenin geçtiğimiz 10 senede yaşadığı iç ve dış tehditler göz önüne alındığında bütün zorluklara rağmen demokrasi çıtasının her geçen gün daha da yukarı çıktığını söylemek mümkündür. Sonuç olarak otoriterlik tartışmaları Türkiye’deki seçmenin büyük bölümünün menüsünde kendine yer bulamamaktadır. Aksine bir durumu savunmak milli olmayan bir pozisyonu meşrulaştırma çabasından başka bir şey olamaz.