Yakın tarihin en kritik seçimlerinden biri geride kaldı. 28 Mayıs’ta yapılan seçimde Erdoğan net bir sonuçla seçildi. Erdoğan oyların yüzde 52,18’ini Kılıçdaroğlu ise oyların yüzde 47,82’sini aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri her ne kadar ikinci tura kalmış olsa da aslında manzara birinci tur sonuçlarında belli olmuştu. Hem milletvekili hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhur İttifakının net bir galibiyet aldığını söylemek mümkün. Meclis aritmetiğindeki rakamlar ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iki aday arasındaki oy ve oran farkı hiçbir tartışmaya mahal vermeden sonucu tayin etti.
Seçimin En Önemli Çıktısı
Seçim sonuçlarının bu şekilde teşekkülünde rol oynayan birkaç temel faktörden söz etmek gerekir. Öncelikle Türk halkı bu seçimlerde illegal yapı ve örgütlerin tezviratlarına, beyanatlarına taviz vermediğini açık bir şekilde gösterdi. Seçimde Millet İttifakının HDP’yle ilişkisi ve dolayısıyla PKK konusu fazlaca gündem oldu. Ancak bu gündem olma hali kendiliğinden ya da sunî bir şekilde yaratılmadı zira bile isteye inşa edilen bir politik kurgu ve tercihin sonucuydu. Çünkü Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu tüm stratejisini HDP’nin oylarını almak üzerinden şekillendirdi. İYİ Parti ve diğer küçük sağ partilerin milliyetçi-muhafazakâr seçmene ulaşabileceğini ve bu kitleleri kendisi için ikna edebileceğini varsaydı.
Ancak seçimler yaklaştıkça HDP’ye yönelik ilginin, girilen angajman ve yapılan pazarlıkların partiler arası ittifak mesabesinden farklı bir formatta kurgulandığı daha da görünür oldu. Özellikle HDP’nin eski ve yeni parlamenterlerinin beyanatları, Kandil’in seçim sonrasına dair fantastik hülyaları kapalı kapılar ardında bambaşka şeyler konuşulduğu intibaını uyandırdı. Nitekim seçmen de çok net bir şekilde hem bu açıklamalardan hem de HDP-PKK çizgisine Türk siyasetine tayin biçme rolü verilmesinden rahatsızlık duyduğunu deklare etti. Daha açık bir ifadeyle millî kodlar, konular ve hassasiyetlerin terör örgütlerinin inisiyatifine bırakılacağı şeklinde oluşan siyasî atmosferi seçmen en başından veto etti. Ulusal ve uluslararası alandaki millî menfaatlerin asla tartışma konusu edilmemesi, bunlar üzerinde hiçbir şekilde pazarlık yapılmaması ve gizli angajmanlara girilmemesi gerektiği seçim sonuçlarının en önemli çıktılarından biri oldu.
Vizyon Farkları
2023 seçimleri kampanya dönemi itibariyle de aykırı bir havada geçti. Normalde seçim ve siyaset üstü meseleler olarak görülmesi gereken İHA, SİHA, TOGG, TCG Anadolu gibi dev atılımlar muhalifler tarafından ya inkâr edildi ya da küçümsendi. Hatta yer yer İHA-SİHA-TİHA konusunda olduğu gibi tekelleşme vs. ithamlarıyla doğrudan bu girişimler karalanmaya çalışıldı. Muhalefet bu girişimleri küçümsemek yerine onları sahiplenebilir ve bu türden atılımların devam ettirileceğini söyleyebilirdi. Zira TCG Anadolu’yu ziyaret etmek isteyenler sadece İstanbul’da uzun kuyruklar oluşturmadı; muhalefetin kalesi konumundaki İzmir’de de uzun kuyruklar ortaya çıktı. Dolayısıyla yerli-millî projelere muhalefetin menfî tavrı seçmende karşılık bulmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde iktidar kanadı seçmene dev projeleri açıklarken ve yenilerinin de müjdesini verirken Millet İttifakı adayı Kemal Bey son derece uç noktalara varan bir popülizme başvurdu. 28 Mayıs’a birkaç gün kala bazı ilçelerin vilayet yapılması vaadinden TRT’de lig maçlarının ücretsiz ve şifresiz yayınlanmasına kadar olayı gayri ciddi bir pozisyona kadar düşüren vaatler sıralandı. Yine 14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a bambaşka bir siyasî dil ve politik anlayışla seçmene hitap etmeye çalışıldı. 14 Mayıs öncesinde tüm stratejiler HDP seçmenini ürkütmemek üzerine bina edilmişken 14 Mayıs sonrasında masa yumruklayan, daha sert ve ‘irrite’ bir dile başvuran ve sığınmacı düşmanı bir Kemal Bey profili vardı. O halde her iki adayın vaat ve söylemleri arasında bariz bir vizyon farkının olduğunu da seçmen müşahede etmiş oldu.
Tüm bu garabetlerin üstüne binen belki de en trajik söylem 28 Mayıs’ın bir referandum olarak lanse edilmesiydi. İki adaylı bir seçimi referandum olarak ilan etmek adaylar arasında bir tercih yapmak değil adaylardan birini onaylamak ya da onaylamamak anlamına gelir. Daha açık bir deyişle Kemal Bey kendisine seçmenin neden oy vermesi gerektiğini anlatmak yerine onlara Erdoğan’a oy vermeyin çağrısı yaptı. Şayet bu çağrı karşılık bulsa Kemal Bey liderliği, yöneticiliği, kadrosu ya da programı vs. sebebiyle değil Erdoğan’ın kazanmasının istenmemesi sebebiyle seçilmiş olacaktı. Bu durum da Kemal Bey’in seçmeni kendi liderliği ve adaylığına ikna edemediğini kabul etmesi demektir. Zira seçmenin teveccühüne mazhar olmak için bir masa etrafındaki 5 lideri ulufe gibi vekillik dağıtarak ya da son ana kadar bekleyip kendi adaylığını dayatarak ikna etmekten daha fazla bir maharet gerektiği açıktır. Kemal Bey’in 14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a giden süreçte gösterdiği performans siyasî liderlik olarak böyle bir maharete çok da sahip olamadığını göstermiştir.
Liderliğin Belirleyiciliği
O halde 14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a giden süreçte en çok öne çıkan husus liderlik faktörü olmuştur. Zaten kendi partisinin tabanından bile Kemal Bey’in adaylığına karşı çıkanlar onun liderlik yönünden Cumhurbaşkanı Erdoğan’la rekabet edemeyeceğini dile getirmekteydi. Bu açığı kapatmak için de alelacele ve son anda büyükşehir belediye başkanları cumhurbaşkanı yardımcısı adayı gibi zorlama bir sıfatla kampanyaya dahil edildi. Ancak bu kurgu bile gerekli heyecanı yaratamadı zira en nihayetinde yeni durumlara yeni stratejiler geliştirmek, görüşme trafiğini yürütmek liderin işidir. Bu bağlamda 14 Mayıs’tan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sinan Oğan’la Kemal Bey’in de Ümit Özdağ’la yürüttüğü görüşme trafiği manidar olmuştur. Öncesinde parti kurmaylarının temaslarından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Sinan Oğan bir kez görüştü ve akabinde de Oğan’dan Cumhur İttifakına destek açıklaması geldi. Kemal Bey ise Ümit Özdağ’la 2-3 defa görüştü ve bir protokol hazırlanıp ilan edilmesi nerdeyse 3-4 gün sürdü. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Sinan Oğan iki tarafı da makul bir ortak çizgide buluşturacak mutabakata hızlıca varabilirken Kemal Bey Ümit Özdağ’ın nerdeyse tüm taleplerine boyun eğdi. Hatta en büyük destekçisi HDP’yi tedirgin edecek, ürkütecek maddeleri bile Özdağ’la yaptığı protokole koymaktan çekinmedi. Nitekim bu tavrının sonucu da YSP’nin Kemal Bey’e destek açıklamasında Kemal Kılıçdaroğlu isminin hiç geçmemesi ve birinci turda Kemal Bey’e oy verdiği düşünülen Kürt seçmenin bir kısmının ikinci turda sandığa gitmemesi oldu.
Benzer şekilde bu seçimde hem 14 Mayıs öncesinde hem de 14-28 Mayıs arasındaki süreçte temel belirleyici etken liderin güvenilirliği oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 21 yıllık hatta belediye başkanlığı döneminden başlayan hikayesiyle seçmene güven telkin ederken Kemal Bey yaptığı pazarlıklar ve herkese boncuk dağıtan tutumuyla daha güvensiz bir pozisyona evrildi. 14-28 Mayıs arasında kalp yapmaktan masa yumruklamaya evrilen dil ve söylemi ise bu güvensizlik problemini daha da perçinledi. Yüzde 2’lerde oyu olan ve bunun ne kadarını Kemal Bey’e kanalize edebileceği son derece tartışmalı olan Ümit Özdağ’ın taleplerine bile razı olmasını, hatta içişleri bakanlığı gibi kritik bir makamı kendisine vereceğini taahhüt etmesini ve seçimler öncesinde kendisi hakkında oluşturulan ‘munis’, ‘demokrat’ bir imajdan mülteci karşıtı bir aşırı sağ politikacıya dönüşmesini de bu bağlamda vurgulamak gerekir. Ayrıca Zafer Partisi’nin oy oranı HDP/YSP’ye göre çok düşüktü. Zafer Partisinin liderine bu oy oranı için bile bu kadar taviz veriliyorsa yüzde 10’larda oyu olan HDP’yle hangi pazarlıkların yapıldığı haklı olarak seçmen tarafından da sorgulanmıştır.
Dolayısıyla gerek 14 Mayıs gerekse de 28 Mayıs’ta güçlü bir liderlik ve somut politik konularda ilkeli bir duruş seçmenin onayına mazhar olmuştur diyebiliriz. Söz gelimi Cumhurbaşkanı Erdoğan son güne kadar mülteciler konusunda bugüne kadar söylediklerine mugayir bir şey söylemedi. Bu konudaki ilkeli ve insanî açıdan da değerli duruşunu muhafaza etti. Bunun gibi ulusal ve uluslararası plandaki birçok ihtilaflı meselede millî menfaatleri önceleyen bir tutum takındı. Seçmen de ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da güçlü bir lider olan, Türkiye’yi birtakım uluslararası dengelerde aparat kılmaya değil bizatihi bu dengelerin oluşumunda kurucu yapmaya çalışan ve bunu da özellikle son yıllarda sergilediği performansla hem sahada hem de masada gösterebilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teveccühünü göstermiş oldu.