14 Mayıs’ta gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimi Türk seçmeninin demokrasiye ve demokrasi kültürüne ne denli sahip çıktığını gösteren bir seçim olmuştur. Dünyada ender görülen %88’in üzerinde bir katılımla ilk turda tercihini gösteren seçmenlerin, ikinci turda da en az bu düzeyde bir katılımla cumhurbaşkanını seçme iradesini göstereceği tahmin edilmektedir. Milletvekili seçiminde Cumhur İttifakı lehine gayet net bir görüntünün ortaya çıktığı, cumhurbaşkanlığı seçiminin ise Recep Tayyip Erdoğan’ın oyunun %49,5 gibi bir oranla rakibine ezici üstünlük sağlamakla birlikte %50 + 1 oy kriterini sağlayamadığı için ikinci tura kaldığı bir durum ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla 28 Mayıs’ta yapılacak olan ikinci tur oylamasına Erdoğan’ın büyük bir avantajla gireceği kuşkusuzdur. Burada söz konusu avantajın hangi faktörlere dayandığı analiz edilmektedir.
Her şeyden önce iki rakibin oylanacağı bir seçim olması hasebiyle 28 Mayıs’ta yapılacak olan ikinci tur oylaması adeta sıfır toplamlı bir oyun haline gelmiştir. Yani bir tarafın avantajına olan diğerinin direkt olarak dezavantajı hanesine kaydedilecektir. Kendisine oy veren Cumhur İttifakı bileşenlerinin ağırlığını muhafazakâr ve milliyetçi çevrelerin oluşturması hiç kuşkusuzdur ki Erdoğan’ın başlıca avantajıdır. Zira Türkiye’nin toplumsal yapısı incelendiğinde genel olarak bu kesimlerin büyük bir ağırlığa sahip olduğu, cumhuriyet tarihi boyunca yapılan gerçekten demokratik oylamalarda belirleyici rol üstlendiği görülmektedir. Bir başka deyişle Erdoğan’ın aldığı 27 milyonun üzerindeki oy büyük ölçüde değişkenlik göstermeyen sabit kalacak bir oy kütlesi olarak kalacaktır. Çünkü karşı tarafın argümanlarından etkilenecek ya da kimi sosyal medya algıları nedeniyle tercihini değiştirecek bir kitle değildir. Millet ittifakı bileşenleri ve HDP tabanından gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun oyları ise rakibine oranla çok daha değişken ve belirsizdir. Zira birbirine benzerlik göstermeyen unsurların altılı masa etrafında oluşturduğu ittifakın neredeyse son ana kadar cumhurbaşkanı adayını belirleyemediği bir süreç yaşanmış, üstüne Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını ortaya koymasıyla birlikte buna karşı tepkiler olmuş – Meral Akşener’in masadan kalkıp daha sonra her nasılsa tekrar oturması örneğinde olduğu gibi – seçim sathına girildiğindeyse bu benzemezlere HDP faktörünün eklendiği görülmüştür. CHP tabanının Kılıçdaroğlu’nun adaylığına başından beri çok sıcak bakmadığı, Akşener’in ifadesiyle “seçilemeyecek aday” olarak gördüğü ya da liderlik vasfını sorguladıkları da düşünüldüğünde Millet İttifakının adayına verilen oyların çok da gönüllülük esasına göre verilmediği hemen anlaşılacaktır. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun aldığı 24 buçuk milyon oyun sabit kalacağını söylemek güçtür.
Türkiye’nin Kazanımları
Kılıçdaroğlu’nun başlıca dezavantajlarından biri seçmene açık ve net vaatlerde bulunmaması, mevcut vaatlerinin de esasında kendisine rakip olarak çıktığı Erdoğan’ın vaat ve icraatlerinin tersini dillendirmesi gibi muğlâk bir görüntü çizmesidir. 14 Mayıs öncesindeki kampanyalarında “sana söz” sloganını kullanan Kılıçdaroğlu’nun güzel günler görüleceği, her şeyin çok daha güzel olacağı gibi söylemleri somut bir vaatte bulunmadığından kararsız seçmende net bir karşılık bulmamıştır. Altılı masanın Ortak Politikalar Mutabakat Metni ve bunun üzerine eklenen söylemlerinde de Türkiye’nin son 20 yılda elde ettiği kazanımlarını riske atacak faktörler bulunmaktaydı. Dış politikadan örnek verilecek olursa, Kıbrıs gibi hassas bir konuda daha çok Avrupa Birliği ülkelerinin söylemleriyle örtüşen bir yaklaşım benimsenmekteydi. Kıbrıs meselesi ki, 1950’li yıllardan beri Türkiye’de gelmiş geçmiş iktidar ve muhalefet partilerinin her daim ortak hareket ettiği, milli dava olarak gördüğü bir meseledir. Bu konuda taviz vermeye kapı aralayacak bir söylem CHP tabanında dahi olumsuz bir etki yaratmıştır. Keza Suriye’den çekilmek, mültecileri kapı dışarı etmek, Ukrayna’nın yanında yer alarak Rusya’ya “Türkiye’nin NATO müttefikliğini hatırlatmak” gibi konular son derece realiteye aykırı ve Türkiye’nin uluslararası alandaki prestijini düşürücü söylemler barındırmaktaydı. Seçime günler kala Kılıçdaroğlu’nun, alelacele hazırlandığı aşikâr olan bir “Çin’e uzanan yol haritası” yayınlaması ve bu haritada Azerbaycan’ın bypass edilmesi, dış politikada son derece yüzeysel olan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gibi kardeş ülke Azerbaycan’la ve hatta Türk Devletleri Teşkilatı ve üyeleriyle dahi sorunlu bir Türkiye vaat etmekteydi. Bugün Türkiye’nin bölgesel güç olarak nitelendirildiği bir ortamda Türk dış politikasında mevcut kazanımları bir kenara iterek adeta soğuk savaş yıllarında olduğu gibi Batı ekseninde politikalar izleyen bir Türkiye vaat edilmesi elbette ki Millet ittifakının ve onun adayının dış politika vizyonunu sorgulatmıştır. Dolayısıyla ikinci tura gidilirken Erdoğan’ın en büyük avantajlarından birisi rakibinin Türkiye merkezli bir vizyon belirleyememesidir. Kılıçdaroğlu’nun Alevilik – Sünnilik gibi söylemlerle ayrıştırıcı dil kullanmaya devam etmesi, öte yandan milliyetçi seçmene hitap etmek isterken kendisini destekleyen diğer unsurları göz ardı etmesi gibi nedenler rakibinin avantaj hanesine yazılabilir.
Fakat bunların kendi seçmeni üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etkisi yoktur. Zira Kılıçdaroğlu’nun vaatlerinin ne kadar tutarlı ya da tutarsız olduğuyla ilgilenmeyen, sadece ve sadece Erdoğan karşısında olduğu için ona oy veren bir kitle söz konusudur. 14 Mayıs’ta elde edilen sonuçlar, örneğin Rusya ile karşı karşıya gelmenin risklerini analiz etmemiş, ihracat, turizm, enerji tedariği gibi konularda vatandaş olarak herkesin birebir etkileneceği bir konuda tercih ettiği bloğun dış politika vaadini göz ardı etmiş bir seçmen kitlesinin Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakından yana oy verdikleri gözlenmiştir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun aldığı oylardaki temel motivasyonun, esasında Millet İttifakının da üzerinde anlaşabildiği tek konu olan Erdoğan karşıtlığı olduğu bilinmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a oy vermek istemeyen her kesimi yanına çekebilme ihtimali onun avantajı olarak görülebilir. Fakat Millet İttifakı bileşenlerinin oylarının sabit kaldığı varsayılsa dahi Kılıçdaroğlu’na oy veren HDP tabanındaki seçmenlerin oyunun değişkenlik gösterebileceği bir durum söz konusudur. Sinan Oğan’ın Cumhur İttifakını destekleyeceğini beyan etmesinden sonra Kılıçdaroğlu da Zafer Partisi genel başkanı Ümit Özdağ ile el sıkışmıştır. Fakat bu kapsamda hazırlanan mutabakat metni Millet İttifakı’nın bugüne kadar ortaya koyduğu pek çok içerikle çeliştiği için bir kafa karışıklığı doğruma ihtimaline sahiptir. Bu tablo kendi içinde belli bir seçmen kitlesini olumsuz yönde etkileyeme kapasitesine sahiptir. Bu da bir yönden kazanabilse dahi diğer yönden kaybedeceği oylar demektir. Başka bir deyişle, Erdoğan karşıtlığı üzerinden aldığı, alabileceği maksimum oyu Kılıçdaroğlu ilk turda almıştır. Seçimde tercihini Cumhur ya da Millet ittifakından yana kullanmayan seçmenlerin Erdoğan karşıtlığıyla bütünleşeceği gibi bir fikrin realitede karşılığı yoktur. Zira Sinan Oğan’a ya da seçimden çekilmesine rağmen Muharrem İnce’ye oy verenlerin Erdoğan karşıtlığından ziyade farklı motivasyonlarla ne Erdoğan’a ne de Kılıçdaroğlu’na oy vermeyi tercih ettikleri düşünüldüğünde, ikinci turda Kılıçdaroğlu’na meyletme ihtimalleri oldukça düşüktür. Öte yandan Sinan Oğan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı desteklemesi bu seçmenlerin ikinci turdaki tercihlerini de önemli ölçüde etkileyecektir.
Yüksek Motivasyon
Sinan Oğan’ın beyanıyla birlikte Erdoğan’ın ikinci turda dezavantajının neredeyse kalmadığını söylemekte bir beis yoktur. Bununla birlikte demokrasi atmosferini korumak, farklı çevrelerin algı oyunlarına fırsat vermemek ve %50+1 oy yerine çok daha belirgin bir farkla sonuçları garanti altına almak için cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve Cumhur ittifakı çevrelerine bir dizi önlem alma vazifesi düşmektedir. Yüksek motivasyonla seçmeni sandığa taşımak ilk sırada gelmektedir. Ayrıca esas mesele ilk turda geçersiz sayılan 1 milyonun üzerindeki oy ve seçime katılmamış vatandaşların demokratik katılımlarının sağlanmasıdır. Bunun için de her şeyden önce kendi seçmeninin motivasyonunun diri tutulması büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda örneğin deprem bölgelerinde oy kullanacak seçmenlere ulaşım kolaylıklarının sağlanması gibi konularda ilk turda atılan adımların fazlasının yapılması gerekmektedir. Her bir sandıkta, ama özellikle 14 Mayıs’ta olduğu gibi daha önceki seçimlerde de rakamların ajanslara çok geç ulaştığı sandıklarda, ayrıca farklı amaçlarla manipülasyon ve provokasyon amacıyla gözlemci gibi görünen birtakım grupların yöneldiği sandıklarda daha fazla güvenlik önlemi alınmalı ve sayıca çok daha fazla gözlemci bulundurularak bunlara müsaade edilmemesi, demokrasiye sahip çıkmak bağlamında son derece önemlidir.