Türkiye, 14 Mayıs’ta demokrasi tarihinin en kritik seçimlerinden birisini başarıyla gerçekleştirdi. Toplumun nerdeyse tamamı sandık başındaydı, tam bir demokrasi şöleniydi. Resmi verilere göre, 55 milyon 833 bin 153 kişi oy kullandı. Seçime katılım yüzde 87,04 gibi oldukça yüksek bir orandı. Seçim sonuçlarına göre Cumhur İttifakı 323 milletvekiline sahip olarak Meclis çoğunluğunu sağladı. Millet İttifakı’nda ise durum pek iç açıcı değil. Toplam milletvekili sayısı 212 olarak açıklanmış görünüyor. Millet İttifakı’na “fiili olarak” destek veren YSP/HDP ve TİP’in de dahil olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ise toplamda 65 vekil kazanmış durumda.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise Recep Tayyip Erdoğan geçerli oyların yüzde 49,52’sini, Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 44,88’ini, Sinan Oğan yüzde 5,17’sini, Muharrem İnce de yüzde 0,43’ünü aldı. Bu sonuçlara göre, 14 Mayıs 2023 Pazar günü yapılan Cumhurbaşkanı Seçimi’nde adayların hiçbiri geçerli oyların salt çoğunu alamamıştır. En çok oyu alan adaylardan Erdoğan ile Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda yeniden yarışacak. Millet bir kez daha sandığa gidecek. 28 Mayıs Pazar günü yapılacak seçimde, geçerli oyların çoğunu alan aday cumhurbaşkanı seçilecek ve beş yıl boyunca ülkeyi yönetecek. Peki bu seçim tablosu, bize ne anlatmaktadır, seçmen kime hangi mesajı vermiştir, fatura kime kesilmiştir, 14 Mayıs seçimlerinde kazanan kim olmuştur, daha da önemlisi 28 Mayıs tarihinde hangi aday ipi göğüslemeye yakındır?
Seçmen Erdoğan’a Güveniyor; Çünkü…
Öncelikle siyasette başarının yolu, güvenden ve güvenilir olmaktan geçer. Güven, bir kişi veya grubun söylemlerine ve yaptığı şeylere diğer bir kişi veya grubun inanmasıdır. Uzun soluklu, başarılı ilişki kurmanın da anahtarıdır. Güven duygusu, hayatın her alanında olduğu gibi siyasal alanda da oldukça önemlidir. Özellikle halkın egemenliğinin ön planda olduğu demokratik sistemlerde güvenirlik daha da önem kazanır. Çünkü demokrasi kültüründe meşruiyetin kaynağı, halkın bizatihi kendisidir. Demokrasi çağında halk, başta yerel veya genel seçimler olmak üzere pek çok araçla siyasette belirleyici ve karar verici konuma gelmiştir. Yerine göre görüşünü belirterek duruma göre oy vererek sürece katılır ve bu haliyle demokratik sürecin odağındadır. Siyasal zeminde güvenin karşılığı halkın siyasal sistemin herkes için eşit ve adil sonuçlar ürettiğine olan inancıdır. Ayrıca vatandaşların kendi siyasal inanç ya da moral değerlerine göre sorumlu siyasi otoritelerin ve kurumların performansını değerlendirmesidir. Bu bağlamda “yaygın destek” veya “halk desteği” gibi kavramlar, siyasal güveni ifade etmektedir. ABD’li siyaset bilimci David Easton da güven kavramını, “siyasal otoritelere ya da rejime yönelik yaygın destek” olarak tanımlamıştır. Peki, 14 Mayıs seçimleri siyasal güven bağlamında hangi mesajı vermiştir?
Aslında 14 Mayıs seçimlerinin önemli sonuçlarından birisi, siyasal güven ile ilişkilidir. Seçmenin yüzde 49,52’si, 21 yıldan beri ülkeyi yöneten Erdoğan’a güvendiğini ifade etmiştir. Erdoğan’a verilen oyların temel gerekçesi, onun ülkeyi diğer adaylardan daha iyi yöneteceğine ve tam bağımsız Türkiye’yi inşa edebileceğine duyulan güvendir. Seçmen, 21 yıl boyunca girmiş olduğu yerel ve genel seçimlerin yanı sıra referandum ile cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan ve partisinin oyunu artıran Erdoğan’a duymuş olduğu güveni tazelemiş; bir kez daha “Erdoğan’a güveniyorum” demiştir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a destek veren AK Parti’li, MHP’li, BBP’li, Yeniden Refah Partili, Hüda-Par’lı veya diğer partilerden seçmenin temel gerekçesi budur.
Burada şöyle bir soru da akla gelebilir; seçim sonuçları oyların yüzde 44,88’ini alan Kılıçdaroğlu’na da güveni işaret etmez mi? Ya da soru biraz daha genişletilebilir; Kılıçdaroğlu’na destek veren seçmen ona güvenmiyor mu, verilen oyların gerekçesi de güven olamaz mı, Erdoğan’a verilen oylar güveni işaret ederken Kılıçdaroğlu’na verilen destek neden güveni işaret etmesin? Kılıçdaroğlu’na verilen oyların ve siyasal desteğin temel gerekçesi, güven değildir. Seçmen Kılıçdaroğlu’na ne karizmatik bir lider olduğu için, ne vaatleri/projeleri, telkin ettiği umut için, ne de bu memleketi Erdoğan’dan daha iyi yöneteceğine inandığı için oy veriyor. Hatta seçim sürecinde Kılıçdaroğlu ismi, güven erozyonuna ve güven kaybına uğramıştır. Bu bağlamda seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını destekleyen İyi Parti’nin (%9,6), Yeşil Sol’un (%8,8) ve TİP’in (%1,7) destek gerekçesi farklılık arz etmektedir. Örneğin, YSP/HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleme gerekçesi, Selahattin Demirtaş’a özgürlük, yerel yönetimlere özerklik veya kayyum yönetimine son verme gibi beklentilerdir. İYİ Parti’nin durumu ise oldukça yaralayıcıdır. Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına hep mesafeli olmuş, onun kazanabilecek aday olmadığını her platformlarda kamuoyu ile paylaşmıştır. Ancak desteklemek zorunda bırakılmıştır. DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin destekleme gerekçesi de sadece Erdoğan karşıtlığı ve vaat edilen Cumhurbaşkanı yardımcılığı koltuğudur. Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı konusunda yapılan pazarlıkların da güven erozyonuna neden olduğu da unutulmasın. Kılıçdaroğlu’na destek veren seçmenin temel motivasyonu, Kılıçdaroğlu’nu güvenilir bir lider kabul etmesi değildir. Erdoğan’ı yenme hedefiyle muhalefetin birleşmiş olmasıdır. Erdoğan’ı iktidardan etmek amacıyla bir araya gelen bu siyasi partilerin destek verebileceği bir aday olarak Kılıçdaroğlu görülmüştür. Bu perspektif de muhalefete kaybettirmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun Tutarlılık ve Güvenirlik Karnesi
Seçimin en önemli mesajlarından birisi tutarlılık ve değişim isteği olmuştur. Savaş ve siyaset stratejilerinin piri Çinli askeri bilge Sun Tzu, Savaş Sanatı’ında “Taktiksiz bir strateji zafere giden en yavaş yoldur. Stratejisiz taktik uygulamak ise yenilgiden önce yapılan gürültü patırtıdan ibarettir.” Sahi, Kılıçdaroğlu’nun stratejisi neydi ve seçim sürecinde nasıl bir taktik izledi? Kılıçdaroğluve kurmayları, toplumun farklı kesimlerinin desteğini alabilmek için vaatlerde bulundu, bol keseden dağıttı. HDP’den oy alabilmek için yerel yönetimlere özerklik ve Demirtaş’a özgürlük, aşırı sağ eğilimli seçmenden oy alabilmek için sığınmacı karşıtlığı, Batı’nın desteğini alabilmek için “mavi vatan işgalciliktir” demek gibi Batı güdümlü bir dış politika vaadinde bulundu. Milli Görüşçüler ile bazı muhafazakârların oyunu alabilmek için helalleşme çağrısı yaptı. Milliyetçileri ikna etmek için de Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı cepheye sürdü. Kılıçdaroğlu’nun kendisi de “En Büyük Türk milliyetçisi”, “En Büyük Millî Görüşçü”, “En Büyük Ülkücü”, “En büyük Solcu”, “En Büyük Kemalist” veya “En Büyük Özerklikçi” oldu. Vaat edilmesi, söz verilmesi gereken ne varsa vaat edildi, sözler verildi; boş bir alan bırakılmadı. Tüm bu stratejisiz taktikler, Sun Tzu’nun benzetmesiyle gürültü patırtı oluşturmanın dışında Kılıçdaroğlu’nun sahiciliğini ve tutarlılığını sorgulatmaya başladı. Bu tavır aslında, politik bilinci yüksek seçmeni de hafife almak anlamına gelmez mi? Kaybetmek için ise, politik bilinci yüksek seçmeni hafife almak fazlasıyla yeterlidir. Siyasi danışmanlığın efsanevi isimlerinden Ken Feltman; “Unutmayın” der “Yapabileceğiniz en büyük hatalardan biri seçmeninizi hafife almaktır.” Sonra uyarmayı da ihmal etmez; “Sakın yeterince zeki olmadıklarını düşünmeyin. Eğitim seviyesi genele göre en düşük olan, hatta medyaya erişimi olmayan seçmen bile ne istediğini gayet iyi bilmektedir. Sizin ne kadar samimi ve gerçekçi olduğunuzu anlarlar ve size inanmazlarsa asla oy vermezler.”
Doğu ve güneydoğu’da sosyalist-marksist, Karadeniz ve İç Anadolu’da milliyetçi-ülkücü, Ege ve Akdeniz’de Kemalist olmak seçmeni hafife almak, küçümsemek anlamına gelmektedir. Dahası, herkese her şeyi vaat eden, her değeri satılığa çıkaran bir siyasetçinin tutarlılığından bahsedilemez. Hiç kırmızı çizgisi olmayan bir siyasetçi olur mu? Aslında Kılıçdaroğlu’nun seçim sürecindeki trajedisini Ahmet Kaya bir çırpıda özetliyor; “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan tutarsızlık.
Nerden baksan ahmakça” … İler tutar yanı yok.
Ancak seçim gecesi ve sonrasında Kılıçdaroğlu’nun ortaya koymuş olduğu tutum ve davranışlar, en hafif tabirle, onun süreci hala doğru okuyamadığını göstermektedir. Muhayyel bir düşman yaratan Kılıçdaroğlu; hayali korku veya düşman üzerinden seçmenin iradesini ipotek altına almaya çalışmaktadır. “10 milyon sığınmacı daha Türkiye’ye gelecek”, “Dolar 30 lira olacak”, “Ekmek 10 lira olacak”, “Kaçaklar suç makinesine dönüşecek”, “Yağmalar başlayacak”, “Şehirler sığınmacıların, mafyaların, çetelerin kontrolüne geçecek”, “Genç kızlar sokaklarda kendi başlarına gezemeyecek”, “Kadın cinayetleri maalesef artarak devam edecek” veya “Domuz bağı ile insanları öldürenler iktidar ortağı olacak” vb. ifadeler bu siyasal çıkmazın dışavurumu olsa gerek. Galiba Kılıçdaoğlu, son dönemde çok fazla Hollywood yapımı filmler izlemeye başlamış. Birisi ona bu ülkenin Chine Town veya uyuşturucu ve kadın ticaretinin kol gezdiği ABD’nin arka sokakları olmadığını hatırlatmalı.
Muhalefette Değişim Kaçınılmaz
Ezcümle, 28 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu yarışacak. İlk turda pozitif görünümlü ancak bir o kadar da tutarsız kampanya yürüten Kılıçdaroğlu, ikinci tur öncesinde sert bir söyleme geçmiş durumda. Yeni nutuklar atarak milliyetçi seçmenin oyunu devşirmeye çalışıyor. Erdoğan’a düşen görev de Kılıçdaroğlu’na “geri çekilebileceği altın köprü inşa etmek…” Çünkü sonuçta değişim söylemiyle seçime giren muhalefet günün sonunda bu hedefine ‘değişerek’ ulaşacak. Evet, muhalefet değişecek. Galiba muhalefet adına 2023 seçimlerinin tek tutarlı tarafı da bu olacak.