2022 yılı rakamları ile 75 milyona varan nüfusu ile Orta Asya devletleri genç nüfusları, dinamik ekonomileri, enerji ve maden kaynakları ile birlikte değişen ve dönüşen sosyal, siyasi ve iktisadi yapıları ile ABD, Avrupa Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi aktörlerin dış politikası bakımından önem arz etmektedir. Rusya Federasyonu ise Orta Asya’yı halen arka bahçesi olarak tasavvur etmektedir. İlaveten söz konusu ülkelerin Yol-Kuşak Projesinde önemli bir jeoekonomik konumları bulunmaktadır; Çin’in bölgeyle ticaret hacmi 60 milyar doların üzerindedir. Türkiye Cumhuriyeti 1991 yılında bağımsızlığını kazanan 5 Orta Asya devleti (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan) ile ilk yıllarda izlediği politikaları zaman içinde güncellemiş ve dönemin gereklilikleri ve geçmişten edinilen dersler ışığında yeni tutumlar ve politikalar oluşturmuştur.
Orta Asya’nın kişi başına gelir bakımından en yoksul iki ülkesi olan Kırgızistan ve Tacikistan yaklaşık 6,5 ve 9.5 milyon nüfus ve %90’ı bulan dağlık arazi yapısı ile birlikte ekonomik imkanların kısıtlı oluşu nedeniyle işgücünün çok önemli bir bölümünü yurtdışına ihraç etmektedir. Her iki ülke Dünya Bankası ve Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre nüfusuna oranla yurtdışına çalışma amaçlı giden nüfus bakımından dünyadaki ilk 10 ülke arasındadır. Ekonomik güçlükleri anlamak üzere bu iki ülkede standart öğretmen maaşının aylık 100-150 Dolar civarında olduğunu belirtirsek belli ölçüde fikir sahibi olunacaktır. Bu iki ülke vatandaşları ağırlıklı olarak Rusya’da iş imkanı bulmaya gayret etmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından 1990’lı yıllarda sancılı bir dönem geçiren Rusya Federasyonu 2001 yılında Vladimir Putin’in iktidara gelmesi ile devlet otoritesini yeniden tesis edebilmiş ve ilerleyen yıllarda dünya piyasalarındaki yüksek petrol fiyatları sayesinde ekonomik durumunu epeyce iyileştirebilmiştir. Çok hızlı ve güçlü ekonomik toparlanma ile birlikte binlerce dev inşaat projesinin başladığı 2000-2010 yılları arasında Ermenistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan gibi eski Sovyet cumhuriyetlerden Rusya Federasyonuna doğru çok büyük bir iş gücü hareketliliği meydana gelmiştir.
2010 yılı itibariyle dünya genelinde göçmen işçilere ev sahipliği bakımından Rusya, ABD’nin ardından ikinci sıraya oturmuştur. Sayıları 12 milyona kadar çıkan yabancı ve genelde düzensiz işçiler Rus iç politikasında tepki ve reaksiyon reflekslerine dönüşmüştür. Bunun üzerine göç yönetimi bakımından birçok yenilik ve mevzuat değişimi gözlenmiştir. Yabancı bir işçi için Rusya’da nispeten yüksek kazanç elde etmenin en önemli kriterleri Rusça diline hakimiyet, yerel kültür, mevzuat ve kurallar hakkında bilgi sahibi olma ve etkili ağlara erişim kapasitesidir. Rusya’nın göçmen işçilerin durumu hakkında en önemli mevzuat değişikliği 2015 yılında çıkarılan yasadır. Buna göre iki önemli belge göçmen işçilerin kazançlarını ve yaşam standardını önemli ölçüde etkilemektedir: Çalışma izni (patent) ve oturum izni. Göçmen işçilerin büyük bir çoğunluğu ya yeterince Rusça bilmediğinden ya da söz konusu belgeleri çıkarma konusunda yeterince zaman, para ve bilgiye sahip olmadıklarından düzensiz ve bazen illegal konuma düşmektedir. Göçmenlere yönelik hak ihlalleri söz konusu eksikliklerden dolayı polis, işveren ya da aracılar tarafından suiistimale uğrama şeklinde meydana gelmektedir.
Orta Asyalılar çoğunlukla inşaat, ziraat ve temizlik gibi sektörlerde, nispeten düşük ücretlerle ve vasıfsız işlerde genelde kayıt dışı istihdam olunmaktadır. Çoğunlukla zor koşullarda çalışan Orta Asyalı göçmen işçilerin genel profili beceri bakımından vasıfsız, lise mezunu ve çoğunlukla 20-40 yaş arası erkeklerdir. Söz konusu işçiler ücretlerin kısmen veya tamamen ödenmemesi, sağlık hizmetlerine erişimde zorluklar, aşırı sağcı grupların fiziksel ve sözlü saldırıları, polis ve diğer kamu görevlilerince rüşvet talebi ve baskısı gibi birçok sorunla yüzleşirken birçok haklardan mahrum bir şekilde mağduriyetler yaşamaktadır. Rusya Federasyonu’nun dış politikasında göçmen ihraç eden Tacikistan ve Kırgızistan’a yönelik bir patron-çırak ilişkisi gözlemlenmektedir. Rusya ile aralarındaki asimetrik güç ilişkisi nedeniyle göç veren ülkeler kendi vatandaşlarının haklarını koruma noktasında yetersiz kalmaktadır. Bir diğer zafiyet ise göç veren ülke hükümetleri Rusya’da işçi hakları bağlamında örgütlenen yapılanmaların rejim muhalifi olarak yıkıcı faaliyetlere veya radikal dini oluşumlara dönüşebileceğinden çekinmektedir.
Söz konusu ülkelere destek olmak üzere Türkiye devleti dış yardımlar bağlamında daha az maliyetli ve fakat çok daha etkili politikalar geliştirebilir. Türkiye dış işleri bakanlığı ile TİKA koordinesinde geliştirilebilecek göçmen işçilerin haklarının korunması yönünde Rusya’da hukuki destek sağlayacak sistematikler geliştirilebilir. Harici derneklere finansal destek, irtibat ofisi, hizmet satın alma gibi farklı alternatifler düşünülebilir. Her şeyden önce ilgili devletlerle (Rusya, Kırgızistan ve Tacikistan) ikili ilişkileri zedelemeyecek ve herhangi bir kuşku yaratmayacak şekilde gerekli bilgilendirmelere özen göstermeli ve kurgulanacak faaliyetler de şeffaflık çerçevesinde yürütülmelidir. TİKA faaliyetleri bağlamında göçmen işçilerin yoğun olarak bulundukları şehirler (Moskova ve S. Petersburg) bağlamında hak ihlallerine karşı kendilerini koruyabilmeleri çerçevesinde geliştirilecek destek programları oldukça faydalı olacaktır.
Söz konusu şehirlerde çoğunlukla polis, işveren, aşırı sağcı gruplar vb. kesimlerce hak ihlaline uğrayan milyonlarca Orta Asyalı işçiyi korumak üzere son yıllarda Özbekistan devleti daha proaktif politikalar geliştirirken söz konusu iki yoksul ülke hem Rusya devletinden çekindikleri için hem de imkan ve kabiliyet bakımından zayıf oldukları için beklenen düzeyde bir politika geliştirememektedir. Türkiye Devleti bir yandan Rusya ile müzakere ederek bu faaliyetinin yanlış anlaşılmasının önüne geçmelidir; diğer yandan Kırgızistan ve Tacikistan devletleri ile temas kurarak iyi niyet çerçevesinde geliştirdiği politikayı söz konusu devletlerle koordine etmelidir. İşin püf noktası bağlamında gurbette bulunan Orta Asyalı işçilerin radikal grupların yörüngesine girmesinden çekinen Tacik ve Kırgız devletlerine bu girişimin kendi milli güvenlik politikaları ile de uyumlu olduğu anlatılabilir.
TİKA’nın Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan birimlerinde doğrudan göçmen işçileri hedefleyen bu tür programları oldukça etkili olacaktır. Ancak, özellikle Kırgızistan ve Tacikistan çalışmalarında bilişim sektöründe nitelikli istihdamın güçlendirilmesi, turizm potansiyelinin artırılması, tarımsal üretimin modern tekniklerle geliştirilmesi, meslek edindirme gibi projelerle yoksulluğun önlenmesi ve göçe hiç gerek kalmadan insanların kendi ülkelerinde refah içinde yaşamasına yönelik birçok başarılı uygulama saha ziyaretleri sırasında gözlemlenmiştir.
TİKA dünyanın farklı coğrafyalarında oldukça yenilikçi bir tutumla destek sunmakta, aynı zamanda kültürel diplomasi faaliyetleri yürütmektedir. Bu yeniliklere bir ek olarak küresel dünyanın bir gerçekliği olarak önlenemeyen bir dalga halinde birçok ülkeyi olumsuz bir şekilde etkileyen uluslararası göç sürecinde Türkiye’nin izleyebileceği bazı yeni politika modelleri tasarlanıp yürürlüğe sokulabilir. Küresel sorunlar ulus-aşırı farklı mekanlarda tezahür etmektedir ve sosyal olgular çok hızlı gelişmektedir; bundan dolayı devletlerin geliştirmesi gereken yeni politikalar da özel sektör ruhuna uygun şekilde yenilikçi, girişimci, esnek ve çevik olmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hem kendi sınırları içinde hem de ilgi alanına giren tüm coğrafyalarda göç yönetimi ve kalkınma yardımlarını küresel gerçekliğe uygun biçimde sınırlar ötesinde ele alarak sorun/konu/politika odaklı yeni yönetişim modellerini başta TİKA, Dış İşleri Bakanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Yunus Emre Enstitüsü gibi kurumlarda proaktif ve yenilikçi uygulamalarla desteklemelidir.